“Meslek Büyükleri Gençlerle Buluşuyor” programı 

Dışişleri Bakanlığı Diplomasi Akademisi – 22 Şubat 2012 

  

M E S L E K  S I R L A R I 

 

Değerli Meslekdaşlarım, 

 

Sizlerle bir araya gelmenin bende nasıl bir duygu fırtınası tetiklediğini bilemezsiniz; 75 yaşındayım; bu Bakanlık benim tüm yaşamımın en uzun ve en önemli bölümünü geçirdiğim yuvam. 40 küsur yılım bu çatının altında geçti. Tüm yaşlılar gibi dostlarınızdan birer birer ayrıldığınız, yalnızlığın giderek büyüdüğü bir evrede sizler, geniş ailemin yeniden buluştuğum bireylerisiniz. Beni gençlik günlerimin nostaljisine döndürdünüz. Halikarnas Balıkçısını hatırlıyorum. Sevdiklerini gümbürtülü bir sesle şu sözcükle selamlardı: “Merhaba”. Benden de hepinize yürekten bir “Merhaba”… Nur içinde yatsın, ben bu Bakanlık sayesinde Balıkçı’yı evimde ağırlamak onur ve mutluluğunu yaşadım.  

Artık kişisel etkinliklerin pek çoğunu gönüllü olarak sınırladığım bir  döneme girdim. Yıllardır alıştığım yabancı gazetelere hergün değil, ara sıra göz atıyorum. Türk gazetelerini nadiren okuyorum. Beş elektronik posta kutuma hergün düzenli bakmıyorum. Konferans, röportaj, makale, televizyon programı gibi dışardan aldığım teklif ve talepler giderek azaldığı halde geri çeviriyorum. Önümde kalan sınırlı zamanı kendi seçim ve tercihlerime gore, dikkatli ve idareli kullanmam gerekiyor. Ama öneri Bakanlıktan gelince heyecanla, tereddütsüz kabul ettim.  

Derhal düşünmeye, hazırlanmaya, çalışmaya başladım. İsabetli bir kararla bu toplantıda aile içi sohbet formatı seçildiği halde, çeyrek yüzyıl önce her ay Milli Güvenlik Kurulu önünde yaptığım sunumlara hazırlanır gibi notlar çıkararak, konuşmamı yazmaya koyuldum. Önce amacımı açıklıkla formüle etmeliydim. Bakanlık bu konuda beni tamamiyle serbest bıraktı. Sözün özü şu: toplantı bittiğinde katılanların kendilerini zenginleşmiş hissetmelerini isterim. Bu amaca ulaşmak için çözüme bağlanması gereken temel soru şuydu: “Toplantımızın ana teması ne olmalı?”…  

Benim uzman olarak tanındığım üç beş konu var. Bunlardan birini seçip, kısa bir sunumdan sonra tartışmaya açabilirdim. Örneğin, “nükleer sorunsalı”. Son derece karmaşık, az bilinen, teknik terminolojisi siyasi özünü perdeleyen, çok boyutlu, hassas bir konu. İttifak içi ve dışı çekişmelerin küresel düzeyde gizli gündemi. Çürük ve kaypak bir zeminde oluşan global stratejik dengenin karakutusu. İran-İsrail ikilisi nedeniyle bölgemiz açısından da sıcak, tehlikeli ve güncel bir sorun. Kırk yıldır ağzımızda gevelediğimiz enerji boyutu bir başka alem. Gizli kalmış pek çok yönü bulunan, sohbetimizi dolduracak yararlı bir tema seçimi olabilirdi.  

Ermenistan ağırlıklı Kafkasya sorunsalı da ana tema olarak seçilebilirdi. Ermenistan ve Azerbaycan’ın bağımsızlıklarını ilan ettikleri tarihten başlayarak tam üç buçuk yıl Bakanlıkta çalışma arkadaşlarımla Kafkasya’nın sorumluluğunu taşıdım. 1991 sonlarında Sovyetler Birliğinin dağılma, Balkanların parçalanma sürecinin başlangıcında Cumhurbaşkanı rahmetli Özal, Bakanlığa her iki bölgenin tek birimde birleştirilmesi talimatını vermiş. Ben de tam o sırada ilk beş yıllık Büyükelçilik turunu tamamlayıp Merkeze döndüm ve Balkanlarla Kafkasların sorumluluğu bana verildi.  Savaş şartları içindeki her iki bölgeye defalarca gidip, geldim. En yüksek düzeydeki gizli temas ve müzakerelerde Türkiye’yi temsil ettim. Kapalı Kars kapısı benim için gizlice açıldı, karlara bata çıka Ermenistan Cumhurbaşkanıyla görüşmelere gittim, medyamızın ruhu duymadı. Ermenistan’la ilişkiler Sarkozy’nin son marifeti nedeniyle de güncel tartışmaların konusu. Kısacası, pek çok bilinmeyeni size nakledeceğim bir ana tema olabilirdi. 

Ana tema için ilk başta düşündüğüm ilginç konular sadece bu ikisi değil. Girizgahı uzatmak istemiyorum ama bu noktada hazırladığım sunumun yazım çalışması fena halde tökezledi ve uzadı. Önce, meslek sırlarıyla doğal bağı olan bu somut konuları, sohbet bölümünde tartışılır düşüncesiyle kısaca tanıtıp, geçmeye niyetlendim. İlk taslak metni insafsızca kesip, biçmeme rağmen kısa tanıtımlar anlamlı olacak ise, sürenin uzamasının kaçınılmaz olduğunu gördüm. Oysa, burada Cem Yılmaz gibi stand-up yapsam, tecrübelerimden biliyorum son limit olan 20 dakikadan fazla ilginizi canlı tutmama imkan yok; yorulursunuz. Konuşma tek yönlü değil interaktif olmalı.  

Sonunda bir ara çözümde karar kıldım. Emeklilik dönemimde kısa gazete yazısı, uzun mesleki makaleler gibi yayınlar yapmış, davet edildiğim bir kaç uluslararası toplantı ve konferansa tebliğler sunup, röportajlar vermiştim. Arşivimden seçtiğim nükleer ve Ermenistan ağırlıklı az sayıdaki metni, dijital ortamda kopyalayarak burada, ilgilenenlere dağıtmak üzere hazırladım. Seçim yaparken kullandığım ölçüt, bunların temel bilgiler içeren, zamana dayanıklı, ancak şu an için de güncel, sıcak metinler olmasıydı. Her iki konudaki kısa tanıtım paragraflarını da kesip, sunumumun sonuna ek yaptım. Arzu edilirse okurum.  

Gelelim herkesin farklı nitelikler ya da kusurlar yakıştırdığı mesleğimize. Malum hikaye, filin kulağını, kuyruğunu, bacağını tutup tanımlamaya çalışan körler misali bizim hakkımızda da birbiriyle çelişkili çok sayıda efsane üretilir. Bir yandan özenirler, gıpta ya da kıskançlıkla yaklaşırlar, öte yandan viski kadehi, kokteyl salonu imgeleriyle boş gezenin kalfası, ya da sorumsuz mirasyedi konumuna oturtmaya çalışırlar. Eskiden mesai saatinden sonra karşı binadaki Genel Kurmay pencelerinden üçü beşi yanık kalmış ise medyanın dikkatini çeker, bizim pencerelerin çoğunun geç saatlere kadar ışıl ışıl yanması kimsenin umurunda olmazdı.  

Tarihte diplomatlar işlerinin hassasiyeti gereği daima Devletlerin en yüksek karar makamlarına yakın çalışmak zorunda kaldıkları için ayrıcalıklı bir konumda görünmüşlerdir. Kurumsal olarak diplomasinin en geliştiği ülke olan, geleneklerine sadık İngiltere’de, sınıf farklarının bugün dahi yaşanması nedeniyle diplomatların bir ölçüde hala aristokrat kökenli olduğu söylenebilir. Bizim bugünkü ve geçmişteki toplumsal yapımızda benzeri bir sınıf ayrımı ayıbı mevcut değil. Dolayısıyla bizde, yabancı dil bilgisinin bir diplomat için ön şart olması ve iyi okullardan gelenlerin mesleğe girmekteki göreceli avantajı nedeniyle halktan uzak bir meslek yakıştırması yapılmaktadır. Bu çok haksız ve temelsiz bir bakış açısıdır.  

Ancak, bizim Türk bürokrasisi içinde farklı ve özgün bir konumda olduğumuz doğrudur. Fark mensuplarımızın toplam kalitesindedir. Bunun da objektif bazı nedenleri vardır. Bakanlığa girişte ve sonra Başkatiplik sınavlarını aşmakta aile kökeninizin size hiç bir faydası olmaz. Kurum olarak yerleşmiş geleneklerimiz yürürlüktedir. Meslekte yükselebilmek için de hierarşik düzen içinde kalitenizin kabul görmüş olması gerekir. Bu gereklilik de gayet basit ve objektif bir ihtiyaçtan kaynaklanır: yapılan iş önemli, çoğunlukla netameli, iş hacmi çok fazla, memur sayısı daima azdır. En yukarıya kadar her kademedeki amir, yetenekleri sınırlı memurla çalışmayı göze alamaz. Zira, yapılacak yanlışın faturası kendine çıkar. Bu yüzden memur paylaşımında bir kavgadır gider. 

 Mesleğe başladığımda hayranlıkla bağlandığım ilk büyük ustam,i Büyükelçi atanması bir iki yıl gecikmiş değerli bir memurdan söz ederken “Çalışma hayatında arada bazı küçük haksızlıklar, terfi ve atamalarda gecikmeler olabilir; bürokraside bunlar olağandır ama bizim Bakanlıkta zamanla taşlar yerine oturur, gerçekten değerli olan kimsenin hakkı kalmaz” demişti. Mesleğin içindeyken güncel olanın sıcaklığıyla ustama kayıtsız, koşulsuz her zaman hak verdiğimi söyleyemem. Ama yolun sonuna varıp emekli olduğumda geriye bakınca “ustam haklıymış” diyorum. 

Biraz önce “kalite” farkı konusuna Bakanlık içi bir bakış açısıyla tek yönlü değindim. Bizim mesleğe dışardan bakarsanız, durum tam bir felakettir; sizden insanüstü şeyler yapmanız beklenir. Açıklayayım. Örneğin bir mühendisin, doktorun ya da mimarın görevinin sınırları, ihtisas dalları bellidir. Görev tanımı içinde kendini iyi yetiştirmiş ise başarılı olur, takdir görür. İyi bir diplomatın da uluslararası koşulları, kurumları, kuralları, tarihteki gelişmeleri bilmesi istenir. Yeter mi? Ne gezer? Ülkemizde diplomatın çektiği işkence, bunları bitirdiği yerde başlar. Yabancılarla temaslarda ülke çıkarlarının söz konusu olduğu çeşitli somut sorunlarla başetmek zorundadır. Bizim yerel makamlarımız Dışişlerine karşı nazik davranırlar ancak, yardım ve katkı sağlamaları gerektiğinde “çoğunlukla” destek değil köstek olurlar. Çok nadir istisnalar kuralı bozmaz. Benim zamanımda böyleydi, kolay değişeceğini de pek sanmıyorum. Zira, sorun sadece bize karşı bir tavırdan kaynaklanmaz, yapısaldır ve bürokrasinin evrensel çalışma yöntemlerinden neşet etmektedir. İhtiyaç duyduğunuz katkıyı o alanda çalışan kurumlardan yazıyla istersiniz. Genç meslekdaşlarımın başarılı bir diplomat olmak istiyorlar ise akıllarından hiç çıkarmamaları gereken temel düstur şudur: “yazışmayla hiç bir şeyi halledemezsiniz; yazışma, sözlü olarak mutabık kalınan ya da çözüme bağlanan hususların teyidi ya da güvenceye alınması için gereklidir”. Evet, devlet dosyasız olmaz ama insan unsuru fiilen işin içine girmez ise, karşılıklı uçuşan kağıtlarla hiç bir şey olmaz. Unutmayalım biz şifahi ağırlıklı bir kültür mirasına sahibiz ve okumayı pek sevmeyiz. Tabii, görüşerek de sonuç alınamayabilir ve suçu, size göndermesi gereken bilgileri esirgiyenlere yıkarak kurtulacaksanız mesele yoktur. Tersi varitse iş  başa düşer ki, bizim meslekte yaygın uygulama budur. Zira, kusur başkasında da olsa fatura size çıkar. Bundan da önemli olan, işi çözümsüz bırakmaya sizin görev anlayışınız, vicdanınız izin vermez. Sizlere bu doğrultuda çok sayıda çarpıcı örnekler verebilirim.    

Böyle olunca, Türk diplomatı diğer meslekleri seçmiş arkadaşlarından farklı olarak önceden kestirilemeyen sorunlarda, değişik yoğunlukta uzmanlıklar kazanma mecburiyetiyle karşılaşır. Meslek hayatınızın sonuna kadar bu zorunluk, birbirinden farklı, hatta hiç ilişkisiz konu başlıklarıyla defalarca karşınıza çıkacaktır. Her seferinde bu sizi sıkar, yorar, fazladan çalıştırır. Ancak, kurtuluş olmadığı için şikayet etmek yerine benim yöntemimi seçin derim. Keyfini çıkarmaya bakın. Evet, bu mümkündür zira, bizim mesleğimizde hiç bir şey siyah beyaz değildir. Baktığınız açıya göre grinin tonlarını ayırdedebilirsiniz. Hatta, biraz daha ileri gideceğim. Keyfinizi arttırmak için zorunlu uzmanlık çalışmanıza, siz de zevkinize göre başka düşük yoğunluklu ilaveler yapın. Bunu da becerdiğinizde meslekte kesinlikle başarılı olursunuz.  

Açıklayayım. Birbirine bağlı iki şey söylüyorum. Birincisi, Türk diplomatı meslek içinde “kendi çabasıyla”, ancak önceden kendisinin seçip belirlemediği konularda uzmanlık kazanmaya mecburdur, mahkumdur. Meslek hayatını pratisyen hekim gibi hiç bir ihtisas alanına el atmadan tamamlayabilmiş ise, o başarısız bir diplomattır. İkincisi, Klasik bürokrat tipinin tersine yazışmaları esas değil, tamamlayıcı bir formalite olarak görüyorsanız Bakanlık dışındaki kişi ve kurumlarla yakın temas ve doğrudan ilişki kurmaya mecbursunuz. Yurt dışında da çevrenizde bir kişisel dostluk ağı oluşturamazsanız eksik ve yetersiz kalırsınız. Konularınızı iyi bilseniz de, kimse burnunu dosyalardan kaldırmayan kuru bürokrat tipinden hoşlanmaz. Dolayısıyla ilişki ağı oluşturabilmeniz için muhataplarınız sizde, iş dışında da ışıltılı bir şeyler bulabilmelidir. Burada “düşük yoğunluklu ilave” dediğim hobiler devreye girer. Uzmanlıkları Bakanlık empoze eder, hobileri siz seçersiniz. Mesleğe girdikten sonra zorunluk olarak karşınıza çıkan bu iki ayrı kategori ilave yük işinizin ayrılmaz parçalarıdır. 

Ustalarımızın bana öğrettiklerinden ve kişisel tecrübelerimden süzülen bu genel gözlemleri yaşanmış örneklerle desteklemezsem fazlasıyla soyut kaldığımı çabuk farkettim. Çare, örnekleri sohbet bölümünde sizden gelecek sorularla ortaya dökmek. Böylece asıl merak ettiğiniz hususlara öncelik vermiş oluruz. Bu gözlemleri fazla uzatmamak için de şöyle bir şey hayal ettim. Ustalarımdan biri çalışma odamda Alaadin’in lambasından çıkar gibi aniden zuhur etse ve bana mesleğin bir iki püf noktasını kısaca dikte etse.  Hayalim gerçekleşti. Ben de ustamın bana söylediklerini satır başları  

halinde aşağıda bilginize sunuyorum: 

“- Sen bir istihbarat elemanısın; yani legal casussun. Vaşington’da CIA merkezinde, iç bölüme açılan kemerli kapının üzerinde “buraya adım atarken önyargılarını dışarda bırak” mealinde bir yazı vardır. Bu talimat senin için de geçerli. Bilgi derleme ve sonraki yorumlama sürecinde bizi yanlışlara sürükleyen en büyük tuzak şudur: bilgiyi seçerken hoşumuza gitmeyenleri görmezden gelip, gönlümüze göre olanları bir araya getiririz. Bu insanın doğal eğilimidir. Oysa seçerken de, yorumlarken de sağcıysak sağcılığımızı, solcuysak solculuğumuzu unutmamız şarttır. Bu genel yanlış doğrultusunda Türkiye’de pek revaçta olan komplo teorileri ve entrikacı tarih yorumu profesyonel diplomatın uzak durması gereken yaklaşımlardır. 

“- Diplomatik sorunlarda Newton fiziğinin determinizmini aramak abestir. Görecelilik esastır; aynı olgu, bakan kişiye ve baktığı yere göre değişik algılanabilir. Diplomat bir kuantum fizikçisi gibi ortak paydaları bir araya getirip sonuç almaya çalışan kişidir. Bu amaçla dili yani sözcükleri kullanır. Dilde her sözcüğe, kullanıldığı yere ve çerçeveye göre değişik ek anlamlar yüklenebilir. Bir ihtilafın çözümünde diplomasinin yarattığı uzlaşma formülü, tarafların karşılıklı olarak, önemli hassasiyetlerinin fazla zedelenmediği umudunu taşıyabilecekleri esneklikler içermelidir. Müzakere taraflardan birinin nakavt olduğu boks maçına benzerse kısa vadede çözülmüş zannedilen bir sorun orta vadede yeniden patlar.   

“- Rütben yükseldikçe yurt dışında artan sayıda insanla ilişki ağı oluşturursun. Önem verdiğin kişilerle ortak hobi paylaşmak en sağlam ve verimli iletişim biçimidir. Bunların dışında kalan yabancıların ya da yeni tanıştığın, az gördüğün insanların en zayıf tarafı senin onların isimlerini ve özelliklerini hemen hatırlaman, unutmamış olmandır. Günümüzün teknolojik olanaklarından da yararlanarak bunu becerirsen, müthiş avantaj sağlarsın.ii  

“- Türk ya da yabancı bir kurumla bir sorunu çözmen gerektiğinde, bürokratik yazışmanın faydasızlığını anlayıp, direk görüşme yöntemini tercih ettin diyelim. En sık kullanılan yöntem kurumlararası toplantıdır. Yalnız, çoklu katılımlı komisyon çalışmalarından sonuç almak zordur. İş uzayınca, karşı tarafta engel çıkaranları aşmak için o kurumun tepesindeki kişiye başvurmak akla gelir. Yapılabilecek en büyük hata da budur. En yetkilinin zamanı azdır, teknik ayrıntılara hakim olmayabilir, kendi memurunu koruma refleksi güçlüdür. Çare o konuda karşı taraftaki anahtar kişiyi tespit etmek ve bire bir onu etkilemeye çalışmaktır.  

“- Çeşitli nedenlerle “anahtar kişi”yi belirleyip, etkileme yöntemi işlemiyor ve çözüm arama çabaları komisyon çalışmalarına bağlanıyor ise diplomatın alması gereken bir tek önlem vardır. Komisyonda dile getirilenleri resmi ya da gayrı resmi bir kağıda dökmek ihtiyacı anlaşıldığında raportörlüğü kimseye kaptırmamak. Zahmetli işlerin gönüllüsü az olduğundan bu pek zor değildir ama yaşamsal önemdedir. Zira, kalemi kullanan sonucu etkiler ve görüş farkları olan konularda sözcük ve uzlaşı formülleri seçimini en iyi profesyonel diplomatlar yapar.  

“- Yurt dışında bulunduğu ülkede yerleşik vatandaş topluluğumuzla çok yakın ve sıcak ilişkiler kuramayan diplomatın çalışmaları kısır ve verimsiz kalır. Konsolosluk şubesi ya da kendisine bağlı Başkonsolosluklar iyi çalışıyor olsalar da, Büyükelçi mesaisinin bir bölümünü konsolosluk işlerine, vatandaş derneklerine ayırmalıdır. Vatandaşın çelişkili istek ve kural dışı davranış eğilimleri nedeniyle bu kolay bir iş değildir. Ancak, bizim mesleğimizi tanımlayan en önemli iki kavram “hoşgörü” ve “uzlaşı”dır. Vatandaş size içtenlikle yakınsa yabancı makamlara ve hatta Ankara’ya karşı eliniz güçlenir.    

“- Nihayet mesleğimizin vazgeçilmezi, önkoşulu yabancı dil bilgisi. Sen Ömer Ersun günümüze Orta Çağdan kalmış bir dinozorsun. Galatasaray avantajıyla edindiğin iki yabancı dil Fransızca ve İngilizceyi yeterli sayabilirsin. Oysa şimdi genç meslekdaşların bilişim çağında yaşıyorlar. Artık, yalnız İngilizce bilen hiç bir yabancı dil bilmiyor demektir. Paylaşım sitelerinden bedava tarafından audio-book ve yabancı dil eğitim malzemesi indirmek ve üç kuruşluk mp3 çalarlarla ölü zamanlarda her yerde lisan çalışmak o kadar kolay ki…”  

İşte, ustamın bana hatırlattığı mesleki püf noktaları bunlar. Kendime koyduğum süre kısıtlaması burada durmamı gerektiriyor. Sohbet bölümünde bana istediğiniz her şeyi sorabilirsiniz ve meslek sırlarını beraberce deşeriz. Mesleğin bize empoze ettiği “uzmanlık-hobiler” çiftini vurgularken kendim için sadece iki örnek verdim: nükleer ve Kafkasya. Nedeni, meslek hayatımın son çeyreğine denk gelmeleri. Sohbet sırasında “bize önerdiklerini sen ne ölçüde yerine getirdin?” sorusu akla gelebilir. Bu ikisine ciddi boyuttaki şu başlıkları ekleyebilirim: 1) En severek çalıştığım alan olan kültür politikası. Başlarken Balıkçı’ya giden nostaljik selamı hatırlayın. ABD İsrail nedeniyle Unesco’ya kızıp 1970’lerin başında bütçe katkısını kesmeseydi, uluslararası memur olarak Paris’e gidiyordum. 2) AGİK uzmanlığı. Helsinki Nihai Senedinin müzakeresinde ve sonraki izlemesinde sürekli görev yapan üç dört memurdan biriyim. 3) Silahsızlanma. İkinci Özel Genel Kurulun raportörlüğüne consensus’le seçilmeme yol açan bir uzmanlık söz konusu.  

Yunanistan’daki azınlığımızın Lozan başta, mevcut anlaşmalar ve Yunan mevzuatına göre hukuki durumu, KRY’nin Anlaşmalar Hukukuna göre AGİK’te temsil yetkisi ve rezervasyonumuz gibi uğraştıran ama dar bir alanda denebilecek ihtisas gerektiren çalışmalar da mevcut.   

 

Gelelim hobilere. Kişisel boyutta: kitap kurtluğu (başta edebiyat, bilim tarihi ve bilim-kurgu); resim, heykel dahil izleyici düzeyinde görsel  sanatlar; klasik Türk musikisi, klasik Batı müziği ve hafif müzik; balık avı; mütevazi ölçekte biblo, antika ve benzeri kolleksiyonlar; sinema sanatı; akvaryum; spor; fotoğraf makineleri ve fotoğraf; nihayet, ömrümün son döneminin büyük aşkı bilgisayar. Aile boyutunda: “mutfak sanatı” (yurt dışında Türk diplomatın en güçlü silahıdır). Briç gibi meslekte gerekli oyunlarda, benim zaman kaybı mızmızlığımı eşim telafi ediyor. Hanımlar oynayınca yüksek rütbeli kocalarını da bizim sefarete taşıdıkları için benim mızıkçılığımın fazla zararı olmuyor.  

Hobi deyip sakın küçümsemeyin. Bazen uzmanlıktan çok daha etkili olabilir. Sohbet bölümünde hobinin sihirli değneğinin bir araya getirebildiklerini, bazen yol açtığı mesleki mucizeleri konuşuruz. Örneğin, kurşun askerler, Devlet Başkanı ve Büyükelçi; Türk sefaretinde bir araya geldiği gizli tutulan Devlet erkanı; füme balık ve önemli kabine üyeleri; benim son tutkum bilişim teknolojisinin Bakanlıkta yarattığı harika: internet sitemiz.  

Sunumum bu noktada son buluyor. Sizi çok yormadıysam getirdiğim dijital metinlerin ekteki kısa tanıtımını şimdi yapabilirim. İki ay sonra 76 yaşıma adım atacağım. Bu buluşmayı ben bir tür mesleki jubile gibi değerlendiriyorum. Bana bu sürpriz büyük ödülü veren Bakanlığımıza ve beni sabırla dinlediğiniz için siz sevgili meslekdaşlarıma yürekten teşekkürlerimi sunuyorum.