Samuel Beckett’in anısına
Gençler, vaat ettiğim gibi kısaca nükleer savaş tehlikesini irdeleyelim. Milyonlarca yıldır bilinen savaş olgusu çağımızda farklı bir içerik, savaş kavramı çelişkili/ikili bir anlam kazandı. Nedeni Hiroşima’da tanık olunan korkunç deney. Bir kent insanlarıyla her şeyiyle tek hamlede yok edildi, ardında yıllar sürecek bir radyasyon belası bırakarak. Nasılsa yaşamını sürdürebilmiş, yitirdikleri çeşitli organlar (kol/bacak, göz/kulak) yüzünden eksik/çarpık bedenleriyle 1980 Haziran’ında NY’daki Türk Evini zorlukla ziyarete gelen kadın erkek yaşlı Japon grubunu elemle hatırlıyorum. Savaşta askerler/ordular çarpışır, kaçamayan çoluk çocuk siviller de az çok zarar görürdü. Böyle bir dünya 1945’te son buldu. Artık “nükleer günah” hayaleti üzerimizde geziniyor.
Savaşçı atalarımız geçmişte “tüfek icat oldu, mertlik bozuldu” derlermiş. 1945 ertesinde başta generaller herkesin ödünü patlatan, şaşkına çeviren bu yeni durum “dehşet dengesi” dediğimiz saçmalığa yol açtı. Dehşete düşen ondan kurtulmaya çalışır, dengede tutmaya çalışmanın âlemi var mı? Hayır ama meşum bir mantığı ve nedeni var. Nedeni ortada, dünyayı yöneten siyasetçi taifesinin hâkim çoğunluğu kör/bencil, sorumsuz, homo erectus artıkları.
Mantığı da kısaca şu: elinizdeki tabancayla düşmanınızı tek kurşunla öldürme gücüne sahipsiniz diyelim. Karşınızdakinin can verirken kendi tabancasını kullanmayı becerip size karşı bir kurşun sallaması halinde öleceğinizden hiç kuşkunuz yoksa tetiğe basar mısınız? Böyle bir silah akla ziyan yani atom bombasını geleneksel savunma silahıyla eşdeğer saymak için çıldırmış olmalısınız. Bu korkunç gerçeğin derhal farkına varıldı ve “Baruch Planı” filan birtakım tedbirler düşünüldü. Yapılması gereken uluslararası zorlayıcı bir mekanizma ile en başından tehlikenin önünü almaktı.
Minik mavi gezegenimizi istila eden memeli yaratıkların en haini ve en becerilisi olan insan türü, diğer hayvanlar gibi yaşamını sürdürmek ve korunmak için topluluklar/sürüler oluşturmak ihtiyacındadır. Tarih boyunca şeyhlik, emirlik, derebeylik, krallık gibi görünümler alan bu toplu iş birliği modelinin en gelişmiş şekline devlet diyoruz. Bunların topunu birleştiren özellik, doğanın vahşi güçlerine karşı gereğinde çevreyi de değiştirerek canlı/organik yaşamı beraberce sürdürme çabasıdır. Bazı topluluklar bu işi ortak akılla, diğer bazıları da yağmur duasına çıkmak gibi Yaratıcının yardımını isteyerek yaparlar.
Gözlemlenen gerçek şu: devletlerin başına çöken ya da seçilen kişiler bir süre sonra doğadaki kurt ya da çakal sürülerini güden Alfaların reflekslerini ediniyorlar. Akıl devreden çıkıyor, aşırı bencillik örneği olan kendi sürünü koruma bahanesiyle ortak tehlike göz ardı ediliyor. 1945 sonrası olan da kabaca bu. Atom bombası doğada nadir kum zerrecikleri şeklinde bulunan Uranyum madeninden yapılıyor. Tonlarca kumu eleyip o zerreciklerden azıcık bir araya getirerek toprak bulaşığının içinde yüzde üç oranına yükseltirseniz nükleer santral yapabilirsiniz. Bomba yapabilmek için oranı yüzde 97’e filan yükseltmek gerek.
Bu gerçekten çok zor işi 1945’ten sonra BM Güvenlik Konseyi üyesi beş ALFA becerdi. Dan Brown’u imrendirecek bilimsel hırsızlık yöntemleri de kullanıldığı için Alfalar baktılar ki pabuç pahalı, tehlikenin dünyaya yayılmasını önlememiz elzem dediler ve NSYÖ imzalandı. Bu anlaşma ile Beşli çetenin dünyaya verdiği mesaj şu: “nükleer reaktörler ucuz enerji pınarı, biz sadece bu halisane maksatla nükleer günaha elimizi sürdük, ilerde atom bombası yapımına yol açabileceği için bu teknoloji “cızz”, NSYÖ anlaşmasını imzalayıp kontrol altına girerseniz tehlike kalmaz biz de size enerji üreteceğiniz rektörleri veririz.” Bu aldatmaca Yahudilerin 1960’ların ikinci yarısında uranyum çubuklarını çatal/kaşık gibi çantaya koyup ABD’den çalmasıyla aslında erken çöktü ama Alfalar egemen konumlarını korumak için renk vermediler.
Kırk yaşından küçük kardeşlerim, “üç çeyrek asır geçti nükleer bombalar küçüldü” diyebilirsiniz. Evet, bu yüzden stratejik nükleer silahlar dönemine göre kaza tehlikesi arttı. Ancak, izleyecek radyasyon belası nedeniyle nükleer günah hala korkutuculuğunu koruyor. Ayrıca Alfalar kendi başları da belaya girebileceği için çevrelerindeki izinsiz küçük çakalların dizginlerini sıkı tutuyor. Neyse aşırı özetlediğim bu sıkıcı konuya Sitemi izleyen gençlerden soru gelmesi halinde dönerim çünkü ülkemizde daha önemli ve anlaşılması zor gelişmeler var.
Yumuşama atmosferi nedeniyle tam gevşemiştik, Özgür Özel durup dururken Bahçeli’yi ziyaret edince ben irkildim. Normalleşme uğruna olumlu bakmayı gerçekten isterim de yanında bu defa BE Namık Tan’ı götürmemiş. Çıkışta da “çok olumlu” filan gibi genel laflar etti. Görüşmenin içeriğini açıklaması istenemez, tamam ama Türkiye gibi asırlık devlet geleneğine sahip ülkelerde devlet sorunları içerde ve dışarda mutlaka kayıt altına alınır. Yahu birkaç yüzyıl öncesinin zor şartlarında Osmanlı, devlet işlerini Mühimme Defterleri ve Şeriye Sicilleriyle ayrıntılarıyla yazdırmış. Süphaneke (devamı sonra)


