Samuel Beckett’in anısına
1956 Eylül ayı sonunda Mülkiye birinci sınıf giriş sınavını başarıyla aşan liseli bir grup öğrenci Ankara’da buluştuk. Ekim’de okula başlıyoruz derken kendimizi etkileyici bir Atatürk büstünün merkezinde yer aldığı geniş giriş avlusunda yoğun gösteriler içinde bulduk. Anlayabildiğimiz kadarıyla yüksek sesle Hükümet protesto ediliyordu. Dışişleri Bakanı rahmetli Fatin Rüştü Zorlu’nun kızı sınıf arkadaşımız Sevin de yanımızda biz çaylaklar büyük sınıflara katıldık. O başlangıçtan zihnimize çakılan düstur şuydu: Mülkiyeli “Nabza göre şerbet vermezdi”. Düz Türkçeye tercümesi: Mülkiyeli ödünsüz özgürlük taraftarı “ilerici” bir kişiydi, baskıya pabuç bırakmazdı.
O dönemde 1950 seçimlerinden hemen sonra Atatürk heykellerini kırmakla başlayan Ticani kalkışması biz gençleri dinsel yobazlığa karşı özel duyarlı yapmıştı. Ortodoks papazları gibi kara cübbeli kara sakallı, sözde müslüman iğrenç yobaz yaratıklara karşı “İlericilik”, yurtseverlerin savunma silahıydı. Sağ ve sol siyasetle ilgili henüz bilgimiz olmadığı için “ilericilik” edebiyat dahil her alanda rehberimiz oldu. İşte 1969’da Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilen Samuel Beckett tam da bu noktada bugün çektiklerimizi bir asır öncesinden dile getiren bir yazar.
Godot’yu Beklerken bir tiyatro oyunu ve tam metnini yazının altına link olarak ekte koyuyorum. (Sahnede izlemektense okumak evlâdır) 1950’lerin Paris modası absürt tiyatronun belki de en önemli örneğidir. Bu “absürt” yani “saçma” tiyatronun Ionesco gibi dünya çapında ünlü başka yazarları da mevcut. Siteme koyduğum oyuna lütfen yalnız Sedat Peker’in 40 yaşından küçük kardeşlerim diye hitap ettikleri göz atsın. Hele hele edebiyata ilgi duymayanlara kesinlikle yasak, laf işitmek istemem.
Edebiyat/sanat meraklıları da başlangıçta şaşkına dönmüştük ama Batıda çok ses getiren absürt tiyatroyu küçümsemek “ilericileri” her yeniliğe karşı çıkan cahil/yobaz takımıyla aynı düzeye çekerdi. Bazılarımız Beckett’in yoğun kara mizah temelli dramatürjisini sezer gibi olmuştuk ancak adamın ermiş bir kişi olduğunun künhüne varmak için 2017’den sonraki Sudan tipi Başkanlık rejimimizin eziyetini çekmek gerekiyormuş.
Uzak Atalarımız bugün de inandığımız Yüce Tanrıya Orta Asya’da Tengri derlermiş. Diğer kavimler insan/hayvan suretinde bir sürü Tanrı icat edip taparken biz Türklerin Gök Tanrımız tekmiş. Bu asırlar ötesine uzanan biriciklik/ özgünlük nedeniyle Tengri inancı günümüzde yaygın merak ve hayranlık uyandırmakta.
31 Mart 2024’te ülkemizde hiç olmaz dediğimiz büyük bir mucize gerçekleşti. Ben de sanki kafama taş düşmüş gibi iki derunî (içsel) uyanışa tanık oldum. Birincisi, “kuyrukta İmamoğlu’nun sunduğu yemeği aç açına beklerken Kurum’a oy vereceğim diyenlere ne oldu ki?” derken birden bir ışık çaktı ve çözdüm. Tengri sonunda sıkılıp “Sizler Arap değil Türk’sünüz. Aklınızı başınıza toplayın” diye mutlaka necip milletimize sıkı bir talimat vermiş olmalı, başka makul bir açıklaması olan var mı? . İkincisi, Beckett meğer kadim peygamberler kıratında bir adammış: günümüzün absürt dünyasını anlatıyor yahu, hayretlere seza.!!!
Bu girişi uzatmayacağım; nasılsa şu dönemde Deliler Çarşısında dolanmaya mahkûmuz. Bilmecburiye günümüz absürt tiyatro örneklerinden kısa kısa aktarmalarla 40 yaşından küçük okurlarımı bir aksakal olarak biraz neşelendirmem gerekiyor. Zira, lüks Bahçeli mekânlarda yerli ve milli ince belli bardağa çay yerine gizlice viski koyup lüpleyen Süslümanlar hayatımızı cehenneme çevirmek için halt üstüne halt karıştırmaktalar. 80’lik hasta generalleri kindarlıkla hapiste tutup, adi suçlularla tarikatçı yobazları salmak yetmezmiş gibi “istakoz/Rolex/Maldivler” gibi örneklerle bizimle alay ediyorlar. Fesüphanallah!!!


