Kısa bir ön açıklama: HADES devreye girip sarı noktayla ikinci gözümü de kapatınca, Mayıs ortasında güçbela Aksakal’ın Güncesine birkaç satır koyabildim. Tavsiye üzerine gittiğimiz psikiyatr kesin tâlimat verdi. HADES öncesi yani 12 Mayıs’ta son Güncemdeki gibi Kemal Bey artığı CHP yönetimini tii’ye alan yazı kaleme almam yasak. Tengri’nin Türkleri Araplardan korumak amaçlı 1 Nisan şakasıyla ateşte unutulmuş hellim gibi eriyip küfü örtülerek normalimsi yoomşak, peynire dönüşen Cumhur bileşenlerini hedef alan yazı filan da yasak.
Doktor, “onlar ironiden anlamaz 90’a yaklaştığınıza bakmayıp bir talimatla yok yere insanı içeri alıverirler” diyor. Korkacak halim bile pek kalmadı ama eşimi, üzmek istemem. Sarı nokta ikinci göze de sıçrayınca zaten beni tam groge boksör durumuna soktu. Her haltı bulanık görüyorum. Doktor da verdiği epey ağır depresyon ilacıyla zombie’ye dönüşmemi sağladığı için mesele değil bu yasağa uyabilirim.
Tamam iç siyasetle ilgimi keseyim de Sinan Ateş davası fevkalade tatsız. İnsanın içindeki doğruluk duygusunu yaralıyor hatta kanatıyor ve huzursuz ediyor. Zehir tacirlerinin kiraladığı torbacılar iki kız çocuğunu babasız bıraktılar. Muayene sırasında bu cinayetin kokain/metanfetamin boyutunu yazıp web siteme koyacağım dediğimde Doktorum “sakın ha!” karşılığını verdi.
Sinan Ateş bana derin bir hüzünle Gaffar Okkan’ı hatırlatıyor. Aradan otuz yılı aşkın bir zaman geçti ama hafızamda yer eden özenli/pırıl pırıl üniformasıyla hala karşımda çakı gibi duruyor. Mükemmel bir meslek yetkinliği ve görev ciddiyetiyeti içinde bölgedeki PKK faaliyetlerinden söz ediyor. Bu genç adamı konuştukça öylesine beğendim ki, kısacık bir sürede ağabey kardeş gibi kaynaşıverdik. Daha sonra yurt dışında Büyükelçilikte konuk edip ağırlamayı ne kadar arzu etmiştim.
Kars ile Iğdır arası sanırım 150 km civarında kısmen dağlık bir kara yolu idi. Zırhlı araçla yarı yolda Iğdır Emniyetiyle buluşup araç değişimi yapılmasına razı olmadı. Beni, Iğdır’a sağ salim teslim etmekte kararlıydı. Bu arada çok özel şeyler de konuştuk, aramızda çabucak sağlam b ir güven bağı oluşmuştu. Iğdır’a hareket öncesi güneşli Kars sabahı karşı karşıya geldiğimiz an gözlerimin önünde.
Sinan Ateş’in katilleriyle Gaffar’ı şehit eden alçaklar aynı iğrenç “sürüngen” türünün üyeleridir. Bunların üreyip serpildikleri bataklığın balçık çamuru kokain/metanfetaminden oluşur. Beykoz’daki lağımlarından irin yeşili dolarlar Niagara Şelalesi gibi fışkırdığı için bunlara dokunmak hiç kolay değildir.
Sinan Ateş’in yiğit bir eşi var. Anlaşan çiftler birbirinin ikizi gibi benzeşiyor çünkü rahmetli Sinan’a yiğitliğinin bedelini ödetiyorlar. Hatta meşru müdafaa hakkını hiçe sayıp Mersin’deki arkadaşını bile hapiste tutuyorlar. Ayşe Ateş’i Gulyabani görünümlü torbacı ağası korkutamaz. Yetim iki kız çocuğundan büyüğü şimdiden hukukçu olma kararında. Ayhan Bora Kaplan’ı tutuklayan polisler bir başka torbacının ispiyonu ciddiye alındığı için zorda.
Vallahi Dostlar Türk Töresinden aldığım Aksakal rütbesi sayesinde kesin biliyorum ki, bu iş bu şekilde uzun süre gitmez. İran’da ciddi ciddi Mehdi’yi bekliyorlar. Fiziken Mehdi gibi gelemeyecek olsa da Ata’mızın sadece gölgesinin T.C. üzerinde şöyle bir göründüğünü hayal ediniz diyorum. Ne olur dersiniz?
Ben bu kadarcık yazıp içimi dökmez isem çok saygı duyduğum Psikiyatr Hocamız beni iyileştiremez. Bağışlanmam dileğiyle.


