Aldous Huxley’in anısına
Sünepelik, ilkesizlik ve sahte rol kesmede bizim cici muhalefetle yarışan Batılı liderler giderek çok tehlikeli hale gelen absürt bir oyun oynuyorlar. Bu gidişin en korkunç yanı dünya yüzeyinde insanların seçimlerle işleyen çoğulcu demokrasiye olan inancını zayıflatıyorlar. Koyu diktatörlük altında yaşayan halkların geleceğe dönük gizli ümitlerini söndürüyor, lekeliyorlar. Aydınlanma değerlerinin hümanist içeriğini çöpe atıyor, yok sayıyorlar. Böylece bir ülkede demokrasiyi ve insana saygıyı ölçme kriteri olarak yalnız ifade özgürlüğünün kullanılma yüzdesi kalıyor. Ülkelere göre büyük farklılıklar gösteren bu kriter tek başına çoğulcu demokrasiyi kurtarmaya yeterli değil. Dışardan bakınca göz göre göre, bile bile bu kadar ihtiyatsızlık nasıl oluyor diyorsunuz.
Asıl yabancı dilim Fransızca olduğu için alışkanlık yüzünden izlediğim Fransız siyasetçiler Amerikalılardan aşağı kalmayıp sanki Trump’ın tehlikeli sorumsuzluğu ve Biden’ın şaşkın kararsızlığıyla yarışıyor. Le Pen korkusu olmasa Cumhurbaşkanlığına kesinlikle seçilemeyecek Macron hayrettir ülkedeki hem sol hem sağ partiler üyelerini aynı şekilde etkiliyor. Bunlar Parlamentoda bir ağızdan Macron’un efelenmesinden bayağı ürktüklerini gizlemiyor ama barışın lafını etmeyip silahlanma gereğini vurguluyor. Halk Sovyetlerin mirasçısı Rusya’ya karşı Ukrayna’nın desteklenmesi taraftarı. Ayrıca, halk iki yıldır süren desteğin kitlesel insan ölümleri pahasına silah şirketlerinin kasasını doldurmak ve Amerikan ekonomisini beslemekten başka sonuç vermediğinin pek bilincinde değil ya, oy verecek seçmenlere şirin gözükmek elzem. Gerçeklerden söz etmek çok tatsız ve cesaret işi.
Ukrayna savaşı Avrupa’nın iki yüzlü, çıkarcı, ahlaksız yaklaşımının göstergesi oldu. Biz Kıbrıs Rum tarafına yönelik rezil tarafgir tavırları üzerine öğrenmiştik ama “hamdossun” şimdi bütün dünyaya apaçık gösterdiler. Her şey bir yana, bölünmüş Kıbrıs’ta Rum tarafının AB’ye alınmasının yasal/dürüst bir açıklaması vaa mı YAW? Gençler ben size bu sorunun yanıtını kestirmeden vereyim. Sömürgeci yaşlı Avrupa, kendisinden kaçan/göçen beyaz tenli ayaktakımının yeni Amerikan kıtasını talan etmesiyle güç kazanıp Hristiyan/Yahudi dünyası dışında kalan yoksul ulusları silah gücüyle soyup soğana çevirerek çok zenginleşti.
Bizim Tanzimat Fermanıyla uğraştığımız yani toplumsal yaşamda sorunlar yaratan İslam şeriatının yerine çağdaş hukuk normlarını getirmeye çabaladığımız sıralarda İngiltere yüzyıllar boyu insanlık ayıbı olarak anılacak bir silahlı harekâta girişmişti. Kitaplarda Afyon Savaşı diye kısaca geçen bu olayı Z Kuşağına bir örnekle daha iyi açıklayabilirim.
Altı yedi yıldır dünyanın uyuşturucu baronları ülkemizde cirit atıyor, şehirlerimizde gündüz gözüne birbirlerini vuruyorlar. Hatta geçen yıl zehir tüccarları Ülkü Ocakları eski Başkanı Sinan Ateş’i şehit etmeye cüret edecek kadar azıtmışlardı. Göreve yeni gelen Bakan Ali Yerlikaya her Allahın günü bunların onlarcasını yakalayıp hapse attırdığı için şaşkınlıktan neredeyse dilimizi yutacağız. Bu olağanüstü bir durum. Biz, öncesine yani “normal” koşullara dönelim.
Sekiz yıldır görevini sürdürmekte olan çok başarılı bir Jandarma Genel komutanımız (Arif Çetin) var. Fevkalade değerli bir asker olduğu için 2016’da Korg, hemen bir yıl sonra da Org rütbesine yükselmiş. Bu dönemde âmiri konumunda olan Süleyman Soylu da kesintisiz yedi yıl İçişleri Bakanlığı yaptı. (Siyasetin böyle süre kesmek gibi yersiz/münasebetsiz cilveleri maalesef olabiliyor).
Bu kadar tecrübeli ve kıymetli bir ikilinin görev başında olduğu önceki dönemde menhus bilim kurgu türü bir senaryoya maruz bırakıldıklarını hayal edelim. İstanbul’a anıt mezarı yapıldığı, ayrıca Sedat Peker milyonların izlediği videolarında tanıttığı için adını unutmadığım Azeri mafya lideri Salifov’un bu iki devlet adamımızı rehin aldığını ve silah gücüyle bir protokol imzalattığını düşünün.
Şartlar şunlar: 1) Ülkenize eroin/kokain vb ithaline güçlük çıkartmayacaksınız; 2) Bu ürünlerin topraklarınızda serbestçe alım satımına izin vereceksiniz. Canilerin iki devlet adamını telef etmelerini önlemek için şartlarını kabul etmekten başka çaremiz yoktu diyelim. İşte İngilizlerin Çin’e silah gücüyle yaptırdıkları tam da budur.


