Törelerimize göre ömrünün son demlerinde aksakalın yaşam birikiminden süzdüğü değerlendirmelerini çevresine olduğu gibi anlatması boynunun borcudur. Zira artık yaşamdan alıp vereceği pek bir şey kalmamış, ülkenin kendisine sunduklarına karşılık doğru bildiklerini sözünü sakınmadan ortaya koyma vakti gelmiştir.
Son beş yıl içinde Süslümanlar paraya duydukları şehvetle sadece törelerimizi değil, geleneklerimizi, Anadolu insanının hangi etnik kökenden olursa olsun asırlar boyu genlerine işlemiş aile terbiyesini, ortak değerlerimizi hatta inanç temellerini tahrip ettiler. İşte bu yüzden 2019 yılında vefat ettiğinde AKP erkanının eksiksiz cenaze törenine katılma mecburiyeti hissettiği tanınmış bir siyasal İslamcı yazar onlara “Süslümanlar” sıfatını taktı. Kendi inanç dünyasında paragözlüğü, paraya tapmayı utanılacak bir şey addettiği için.
T.C.nin içerde ve dışarda düşürüldüğü acınası durum pek çok kişi gibi beni de derin bir strese soktuğu için oturup vasiyetimi yazdım. BE eskisi olduğumdan mesleki refleksle öfkemi, isyanımı kontrol ettim ve on ikiye beş kala hala neler yapılabileceğini sakin sakin hesaplamaya çalıştım. Yalnız, vasiyetimin yazılışı ile yayınlanışı arasında geçen yaklaşık on gün içinde ülkede öyle şeyler oldu ki artık isyan etmemek elde değil. Kibarlığın, özenin hiç sırası değil. Gerçekleri paldır küldür dile getirmenin zamanı geldi.
Her şeyden önce Erdoğan-Bahçeli ikilisi ve onlara biat eden küçük siyasi ekiple laf yetiştirme düzeyinde bile kalsa diyalogu, tartışmayı sürdürmenin bu aşamada ahmaklıkla eş anlamlı olduğunu aklı başında her yurttaşın artık idrak ve kabul etmesi lâzım. Benim de önceden matahmış gibi yazdığım “sözün bittiği yerdeyiz” lafının günümüzün olağan dışı koşullarında hiçbir anlamı kalmadı. Zaten dedikleri her şey devlet imkânlarıyla donatılmış yandaş medya tarafında en yaygın biçimde halka yansıtılıyor, biz ise koyu bir karartma sisi altında tutuluyoruz. Onların ne yaptığı ve ne dediğini tartışmaktan tamamen vazgeçmemiz şart. Hatta, onlarla ilişkimizi alışılmış ölçülerle sürdürmenin hiçbir anlam ve faydası olmadığının farkına, giderek bilincine varmalıyız. Yoklarmış gibi davranıp kendi göbeğimizi kendimizin kesmekten başka çaremiz kalmadığını bunca yıkımdan sonra idrak edebilmeliyiz.
T.C.nin eksiği bu ikilinin karşısında duracak, onlarla halkımızın zihninde gönlünde algı yaratma düzeyinde boy ölçüşecek bir liderliğin olmaması. Kemal Bey-Meral Hanım ikilisi yetmiyor, yetse idi seçimler arifesinde bu kadar yüksek oranda kararsız ortalıkta dolaşır mıydı? Yetmeyecek de hiç hayal kurmayalım. Kolektif bir liderliği kurabileceklerinden bile şu anda emin değiliz. Kemal Bey iki yıllık geçici Cumhurbaşkanlığı, Meral Hanım iki yıl sonraki Başbakanlığın özlemi içinde. Lider dediğin önce evinin kapısını süpürür sonra gelecek hayalleri kurar. Ben bu yüzden vasiyetimde kolektif liderlik ütopyamı dile getirdim. Nasreddin Hocanın göle maya çalması gibi tutarsa ne güzel olur.
Günümüzün batık döviz kuru ya da Çin modeli vb gibi hiçbir pratik anlamı olmayan tartışmalarının nereye varacağını görmek için meslekten iktisatçı olmak ya da ekonominin kitabını yazmak gerekmiyor. Bir iki yabancı dil bilip dünyayı mesleği gereği izleyen bir diplomat, benzeri örneklerden mukadder sonucu kestirebilir. Arjantin ya da Meksika örnekleri mesela. Bugünkü akıl erdirilemeyen kolektif cehaletin sonucu kaçınılmaz biçimde hiperenflasyondur. Bu kafayla bu meşum akıbetten kaçınmanın yolu yok. Halkımız uysal göründüğü için umarız Arjantin’de olduğu gibi marketler yağmalanmaz, ölümler olmaz ama ulusumuzun dayanılmaz acılara gark olacağı kesindir. Sevgili muhalefetimiz bu şartlarda yani ülke ekonomik anlamda batarken uzun uzun asgari ücret değerlendirmelerine ağırlık veriyorsa bu aksakal ne diyebilir ki?
Muhalefet Erdoğan’ın her fırsatta verdiği ve umulan seçim zaferinin de yolunu açacak algı yönetimi derslerinden zerre kadar nasiplenmeyi hala beceremiyor. Akılları başlarına gelmez, mücadeleyi “algı yönetimi” alanına taşıyamazlar ise başta kendileri hepimiz bu beceriksizliğin altında ezileceğiz. İntiharların arttığı, çoluk çocuğun aç açık kaldığı, paramızın ısrarla pul edildiği şu korkunç cahiliye kaosu içinde nasıl hayatımız normal imiş gibi davranabildiklerini anlamak mümkün değil.
Karşılarında 20 yıldır iyi kötü sürükleyici lider vasfını kanıtlamış bir siyasetçi ve aç kalsa bile onu mehdi gibi görüp bağlılıktan vazgeçmeyen bir insan kesimi var. Üstelik bu insanlar hiç de haksız değiller. Bağlandıkları liderden çektikleri sıkıntılar nedeniyle vaz geçseler bile yenildikleri duygusuna kapılmadan gönül huzuruyla oy verebilecekleri bir seçenek ortalıkta yok.
Yangın bacayı sarmış parti liderleri telaşla koşturup birlikte harekete geçecekleri yerde çözümü komisyonlara havale etmişler yetenekli ve bilgili de olsalar memur görünümlü temsilcilerinden medet umuyorlar. Oysa bu gibi kaos öncesi şartlarda çözümün kilidi öncelikle sürükleyici liderliğin ellerindedir. Algı yönetimi için liderlik şart, siyasî cesaret şart, bilgiden önce sezgi şart, halka güven telkin etmek şart. Kısacası halk deyimiyle âlim değil arif olmak şart.
Ülkemizin dünyada yüz yüze geldiği ağır siyasî/diplomatik aşağılamalardan ve dahi kepaze ekonomik durumdan sağlığı etkilenen aksakal vasiyetini kaleme aldıktan kısa süre sonra olanları görünce ne diyeceğini bilemez hale düştü.
Bari Bilal’e anlatır gibi meselenin özünü çok kısa tekrarlayalım:
- Kemal Bey aday olursa ezici çoğunluğu sağlayamazsınız; bu net ve kesin.
- Seçimleri kazandığınızda kurtuluş için gerekli mv sayısını TBMM’de bulamazsınız.
- Adaylık tartışmasını sürdürüp geçiş sürecini batıracak tehlikelere davetiye çıkarıyorsunuz.
- Halkı etkileyecek algıyı “güçlü liderlik imgesi” yaratır; memur toplantıları değil.
- Sizin Erdoğan’a karşı yegâne başarı şansınız güvenilir bir kolektif liderlik hayali yaratmak.
- Tüm avenenizin görev alacağı “gölge” geçiş ekibini şimdiden halka göstermek.
GÖLE ÇALINAN MAYA TUTAR MI? ZOR GÖRÜNÜYOR. YÜCE TANRI SONUMUZU HAYRETSİN.



