SAYIN CUMHURBAŞKANI’NA,  TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NE, HÜKÜMET’E,  ANAYASA MAHKEMESİ’NE VE KAMUOYU’NA  AÇIK MEKTUP 

 

SAYIN CUMHURBAŞKANI’NA, 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NE, HÜKÜMET’E, 

ANAYASA MAHKEMESİ’NE VE KAMUOYU’NA 

AÇIK MEKTUP 

 

 

OCAK 2008 

 

BASIN İÇİN BİLGİ NOTU 

Basınımızın değerli mensuplarından “Açık Mektup”umuzu değerlendirirken çok önemli saydığımız aşağıdaki noktaları dikkate almalarını rica ediyoruz:  

  1. Biz, bu “Açık Mektup”u imzalayanlar ve destek verenler Türkiye’mizin nükleer teknolojiye terfiini bir ulusal hedef olarak görmekteyiz. Dolayısıyla, iç politika çekişmelerine konu edilmemesi gerektiğine inanıyoruz. 
  1. Bu nedenle, çıkışımız hiç bir şekilde herhangi bir siyasal hareketin doğrultusunda veya Hükûmet’in aleyhinde bir girişim olarak yorumlanamaz. Yalnızca, Hükümet’in desteklediğimiz “Türkiye’nin nükleer enerjiye geçmesi” konusundaki ilke kararının, mevcut hukuksal altyapı ve yetersiz bürokrasiyle uygulamaya aktarılamayacağı gerçeğini tarihsel ve bilimsel temelde kamuoyuna ve yetkililere açıklamak istedik. Uyarımız yankı bulmaz ve girilmiş olan yolda ısrar edilirse, ilk nükleer güç santralını kurmamız kesinlikle çok gecikecek veyâ geciktirilebilecek ve bunun kamuya maliyeti de yüksek olacaktır. 
  1. Tarihsel gelişmelerin anlatıldığı ve güncel yanlışların eleştirildiği uzun bölümdeki ifadelerin hiç biri, biz imzacıların herhangi bir teknolojiyi ya da ülkeyi öne çıkarmak ya da yermek istediğimiz şeklinde yorumlanamaz. Hangi seçeneğin ya da seçeneklerin  ulusal çıkarlarımıza daha uygun olduğu, bugünkü yanlışlar düzeltildikten sonra bilimsel temelde uzun çalışma ve tartışmalar sonucunda belirlenebilecektir.

 

Saygılarımızla. 

 

* * * 

 

SAYIN CUMHURBAŞKANI’NA, 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NE, HÜKÜMET’E, 

ANAYASA MAHKEMESİ’NE VE KAMUOYU’NA 

AÇIK MEKTUP 

 

ÖZET – 5710 sayılı “Nükleer Güç Santrallarının Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışına İlişkin Kanun” incelendiğinde, bu yasanın, nükleer konuların asla uzmanı olmayan kişilerin eseri olduğu derhal anlaşılmaktadır.  

Bu yasa, nükleer santrallerin kurulmasını: 1) 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ile 4964 sayılı Kamu İhale Kanununda Değişiklikleri İçeren Kanun’un kapsamlarının dışında, yani Devlet’in sıkı denetiminin dışında tutmayı öngörmekte (ki, özel teşebbüsün önaldığı ABD’de bile bu alanda Devlet denetim ve gözetimi çok sıkıdır); 2) nükleer santral yapımcısının hem inşaat süresini uzatacak ve hem de hızını kesecek hantal, karmaşık ve yolsuzluğa elverişli bir bürokratik süreç tesis etmektedir. 

Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) tarafından bu konuyla ilgili olarak açıklanmış olan “Ölçütler” ise, esefle belirtmek gerekir ki: 1) Türkiye’nin bu alanda daha önceki deneyimlerinden hiç ders alınmamış olduğuna işaret eden çelişkiler, ve 2) işleticiler tarafından gerçekleştirilmesi olanaksız hükümlerle doludur.  

Devletimizin cömertçe sağlamış olduğu yurt içi ve yurt dışı olanaklarının ve bunların sonucu olarak nükleer konularda kazanmış olduğumuz bilgi ve deneyimimizin omuzlarımıza yüklemiş olduğu minnet ve sorumluluk duygularının bilincine sahip ve Türkiye’nin nükleer enerjiye sorunsuz geçmesine gönül koymuş, emek vermiş olan aşağıda imzaları bulunan bizler1, yukarıda andığımız mevzuatı [Yasa’yı ve Ölçütler’i]:  

  1. Sorun çözmekden çok, çözümü olanaksız bir sürü soruna gebe, ve  
  2. Türkiye’yi içinden çıkılmaz bir batağa sürükleme potansiyeline sahip 

olarak görmekteyiz. 

Sayın Cumhurbaşkanı’nın, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, Hükümet’in ve Anayasa Mahkemesi’nin bu konuyu:  

  1. Bilimin, ve  
  2. Teknolojinin gereklerine, ve de   
  3. Türkiye’nin çıkarlarına uygun olarak bir kere daha gözden geçirmelerine olanak sağlamak üzere  

ekteki açıklayıcı bilgileri ve eleştirilerimizi bu makamların dikkatlerine ve kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunuyoruz. 

 

Alfabetik soyadı sırasına göre: 

  1. Dr. Ulvi Adalıoğlu [ÇNAEM Nükleer Mühendislik Bölümü eski Başkanı] 
  2. Yar.Doç.Dr. Oğuz Akalın [İTÜ Nükleer Enerji Enstitüsü eski elemanı, Kanada Ontario-Hydro firması nükleer güç santralleri eski güvenlik uzmanı, İstanbul Kültür Üniversitesi öğretim üyesi] 
  3. Prof.Dr. Tunç Aldemir [ÇNAEM eski araştırıcısı, The Ohio State University Nükleer Mühendislik Programı yürütücüsü] 
  4. Prof.Dr. Sezgin Alsan [ÇNAEM’deki TR-1 reaktörünün güncelleştirilmesinden sorumlu ekibin eski elemanı, İstanbul Ticaret Üniversitesi Mühendislik ve Tasarım Fakültesi Dekanı] 
  5. Ünal Azaklıoğulları [ÇNAEM Nükleer Mühendislik Bölümü eski elemanı] 
  6. Prof.Dr. Nâmık Kemal Aras [Türkiye Bilimler Akademisi Şeref Üyesi,
     Asya Bilimler Akademileri Birliği Genel Sekreteri] 
  7. Doç.Dr. Halûk Berkmen [ODTÜ eski öğretim üyesi, Uluslararası Nükleer Enerji Ajansı (IAEA) Nükleer Tesisler Müfettişliği’nden emekli] 
  8. Dr. Necmi Dayday [ÇNAEM Nükleer Mühendislik Bölümü eski üyesi, IAEA Nükleer Tesisler Müfettişliği’nden emekli, Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi] 
  9. Emekli Büyükelçi Ömer Ersun 
  10. Doç.Dr. Çetin Ertek [IAEA Nükleer Tesisler Müfettişliği’nden emekli] 
  11. Prof.Dr. Şarman Gençay [İTÜ Nükleer Enerji Enstitüsü eski öğretim üyesi, ÇNAEM Nükleer Mühendislik Bölümü eski üyesi, Yeditepe Üniversitesi öğretim üyesi] 
  12. Prof.Dr. Osman Kemal Kadiroğlu [Hacettepe Üniversitesi Nükleer Mühendislik Bölümü eski Başkanı] 
  13. Dr. Ahmet Kütükçüoğlu [TEK Nükleer Santraller Dairesi eski Başkanı] 
  14. Fiz.Yük.Müh. Önder Öner [ÇNAEM Reaktör İşletme Bölümü Sağlık Fiziği Bölümü eski elemanı, TEK Nükleer Santraller Dairesi eski Başkan Yardımcısı, TAEK Nükleer Güvenlik Dairesi eski Başkanı, IAEA Nükleer Tesisler Müfettişliği’nden emekli] 
  15. Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre [İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Teorik Fizik Kürsüsü ile Matematiksel Fizik Anabilimdalı eski Başkanı, İTÜ Nükleer Enerji Enstitüsü eski öğretim üyesi, TAEK İlmi İstişare Kurulu  ve Atom Enerjisi Komisyonları eski üyesi, ÇNAEM eski Müdürü, TAEK eski Başkanı, Akkuyu Nükleer Santral İhalesi’nde TEAŞ Genel Müdürü Baş Danışmanı] 
  16. Prof.Dr. Yalçın Sanalan [Hacettepe Üniversitesi Nükleer Mühendislik Bölümü’nün kurucusu ve eski Başkanı, TAEK eski Başkanı] 
  17. Prof.Dr. Adnan Şaplakoğlu [ODTÜ eski öğretim üyesi, Ankara Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi eski Müdürü] 
  18. Emekli Büyükelçi Pulat Tacar 
  19. Prof.Dr. Altan Tapucu [İTÜ Nükleer Enerji Enstitüsü eski öğretim üyesi, ÇNAEM TR-1 reaktörü eski İşletme Şefi, École Polytechnique de Montréal – Institut de Génie Nucléaire’in eski direktörlerinden ve emekli öğretim üyesi] 
  20. Dr. Kahraman Tunaboylu [Türkiye Elektrik Kurumu Nükleer Yakıt Şubesi eski Başkanı, İsviçre “Motor Colombus” ve “Colenco Power Engineering and Consulting” Firmalarında Nükleer Güvenlik, Nükleer Yakıt Çevrimi ve Radioaktif Atıklar konusunda Uzman ve Proje Başyöneticisi (Chief Project Manager), emekli] 
  21. Dr. Erdinç Türkcan [Energie Centrum Nederland (ECN) eski Nükleer Bölüm Başkanı, Borssele nükleer santralinin eski denetçisi, IAEA Uzman Sistemler ve Nükleer Güvenlik eski Uzmanı] 
  22. Prof.Dr. Yusuf Vardar [Atom Enerjisi Komisyonu eski üyesi, TÜBİTAK Bilim Kurulu eski Başkanı, Ege Üniversitesi eski Rektörü] 

* * * 

TÜRKİYE’NİN 

NÜKLEER KÖKENLİ ELEKTRİK ÜRETME GİRİŞİMLERİ 

 

 

Nükleer Santral Projesi’nin 

1992 Öncesi  

  1. 5710 sayılı yasanın ve TAEK’in ölçütlerinin arz ettiği tehlikeleri ve ülkeyi nasıl bir batağa sürükleyeceklerini algılayabilmek için Türkiye’nin nükleer santral tesis etmek konusunda  yaşamış olduğu evrelere kritik bir göz atmak yeterlidir.

Türkiye’nin elektrik üreten nükleer santrallere sahip olması gerektiği düşüncesi Atom Enerjisi Komisyonu’nun 1958 yılındaki ilk toplantılarında bile apaçık bir biçimde oluşmuş bulunmaktaydı. Fakat çeşitli nedenlerden ötürü bu yöndeki ilk çalışmalar Elektrik İşleri Etüd İdâresi (EİEİ) bünyesinde oluşturulan bir çalışma grubu tarafından ancak 1965 yılından başlayarak yürütüldü. 

Biri ABD’den, biri İsviçre’den, diğeri de İspanya’dan üç firmanın oluşturduğu bir konsorsiyum bu konuda EİEİ’ye danışmanlık hizmeti vererek 1969 tarihli sonuç raporunda, nükleer enerji kökenli elektrik üretiminin ilk adımında, ve ülkenin olanak ve koşullarına daha çok uyduğu gerekçesiyle, Türkiye’nin 400 MWe’lik doğal uranyum ve basınçlı ağırsulu PHWR tipi bir reaktörle işe başlamasını önermişti. 

Ancak 1970 yılında Türkiye Elektrik Kurumu (TEK) kurulduktan sonra bu proje yeterince siyasal bir destek bulamadığından kadük kalmıştır. 

  1. 1972’de TEK’de Nükleer Santraller Dairesi kurulmuş, 1974 yılında bir nükleer santral kurulması kararı alınmış ve yer seçimi için çalışmalar başlatılmıştır. Bu çalışmaların sonunda Silifke’nin 80 km kadar batısında deniz kıyısında Eceli Belediyesi’ne bağlı olan Akkuyu mevkii, nükleer santral sit alanı olarak uygun görülmüş ve sonradan Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’na (TAEK’e) dönüşecek olan o zamanki Atom Enerjisi Komisyonu Teşkilatı 1976’da buraya, elindeki: 1) sismik etüt sonuçlarını, 2) zemin mekaniği araştırmalarını, 3) meteorolojik ve 4) oseanografik değerlendirme sonuçları ile 5) flora ve fauna incelemelerini göz önünde tutarak, “nükleer santral sit alanı” olarak lisans vermiştir.

Ancak sit alanıyla ilgili çalışmalar 40 kadar yerli ve yabancı bilimsel kuruluşun katkısıyla 1982 yılına kadar sürmüştür.  Bu çalışmalardan sonra TAEK, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na (IAEA’ya) başvurarak uzman bir heyeti Türkiye’ye davet etmiştir. Bu heyet 1983 yılında Akkuyu’nun nükleer sit alanı olarak seçilmesinin isabetli olduğunu onaylayan bir raporu TAEK’e vermiştir. 

1976 yılında üçü İsviçre’den ve biri de Fransa’dan 4 firmanın oluşturduğu bir konsorsiyum danışman olarak tutularak hazırlatılan teknik şartnâme dosyaları ışığında  nükleer santral için çeşitli firmalardan tek tek teklif alınmıştır. Tekliflerin değerlendirilmesi sonucunda da 1977 yılında İsveç kökenli ASEA-ATOM/STAL-LAVAL konsorsiyumu ile sözleşme öncesi görüşmelere başlanmıştır. Ancak 12 Eylûl 1980’deki askeri darbeden sonra İsveç Hükümeti “demokratik olmayan bir ülkeyi muhatap almama” kararı aldığından görüşmeler kesilmiştir. 

  1. 1982 yılında nükleer santral için TEK aracılığıyla: AECL (Atomic Energy of Canada Limited), Siemens-KWU (Kraft Werk Union) ve GE (General Electric) firmalarından teklifler toplanmıştır. 1983’de 7405 sayılı “Nükleer Tesislere Lisans Verilmesine Dair Tüzük” yürürlüğe girmiş, 2 Kasım 1983 de yasa kuvvetinde kararname ile NELSAK (Nükleer Elektrik Santralleri Kurumu) kurulmuşsa da hiçbir zaman işlerlik kazandırılmamış olan bu kurum 1993 yılında 3743 sayılı yasayla kaldırılmıştır.

30 Ağustos 1984’de pazarlık görüşmelerinde anlaşma sağlanmış ise de  Hükümet anahtar teslimi esasına göre başlamış olan nükleer santral ihalesinin temel koşulunu Yap-İşlet-Devret koşuluna dönüştürdüğünü açıklayınca KWU; kendisine hazır  Akkuyu nükleer sitinin aksine 1981-84 yılları arasında yapılan çalışmalarda kesin sonuçlara varılamadığı için yer lisansı verilemeyen Sinop önerildiği için de  GE ihaleden çekilmişlerdir. KWU ile görüşmeler 1985 yılına kadar sürdürülmüşse de Şirket kredilerde Türk devletinin garantör olmasında ısrar ettiği ve bu şart tarafımızdan kabul edilmediği için sonuç alınamamıştır. 

AECL ile 1985 yılında Yap-İşlet-Devret modeline göre bir ön anlaşma imzalanmış olmasına karşın: 1) bir yandan termik santrallerin (Hamitabat ve Ambarlı) daha elverişli olduğu hakkında Hükümet’in kimi üyelerinde beliren yanlış bir kanı dolayısıyla oluşan siyasal irade eksikliği, 2) diğer yandan da Kanada Hükümeti’nin, üretilen elektriğin Devlet tarafından satın alınacağına dair istediği garantiyi Türk Hükümeti’nin vermek istememesi dolayısıyla, Yap-İşlet-Devret modelini fazla riskli bulmasından ötürü 1986’da bu girişim de sonuçsuz kalmıştır. 

Bu girişimin başarısız olmasının başlıca nedeni anahtar teslimi şartıyla başlatılan görüşmelerin ileri bir safhasında tarafımızdan “yap-işlet-devret” modelinin şart koşulabilmesi, diğer bir ifadeyle nükleer santral yapımcılarıyla yapılan teke tek pazarlıkların sağlam bir hukuksal temele yani tarafları hukuken sıkıca bağlayan bir İhale Şartnamesi metnine dayanmamakta oluşudur. 

Nükleer santral yapımcılarının çok istekli olmalarına karşın işin hukuksal değil teknik ve ekonomik zeminde yürütülmesi,  finansman sorunlarında çıkan güçlükler ve Devletimizin şirketlerin talep ettiği ucu açık malî garantileri vermemesi onların, bir macera olarak gördükleri bu ihaleden vaz geçmelerine neden olmuştur. 

Nükleer santral kurma girişimlerinin sonuçsuz kalması karşısında, 1957-1987 arasında yurt içinde ve yurt dışında yetişmiş olan nükleer mühendis, nükleer uzman, nükleer fizikçi, nükleer teknisyen gibi yaklaşık 1000 kadar uzman potansiyelimizin önemli bir bölümü, yavaş yavaş ya yurt dışına ya da Türkiye’de uzmanlıklarıyla ilgili olmayan başka işlere kaymışlar ve hattâ Ocak 1988’de TEK’in “Nükleer Santraller Dairesi” kapatılmış, bu dairenin deneyimli kadrosu dağılmıştır. 

Oysa gerek 1976 gerek 1982 girişimlerinde, TEK’in Nükleer Santraller Dairesi’nin deneyimli kadrosu binlerce sayfa müzâkere dokümanı hazırlamış ve nükleer santral işinin doyurucu bir sonuca ulaşması için  olağanüstü bir ekip çalışması sergilemişti. 

 

Türkiye’nin Nükleer 

Enerjiye Gereksinimi 

Türkiye’nin, bir yandan resmi açıklamalara göre % 1,47 olan oldukça yüksek nüfus artışı ve diğer yandan da hızlı sanayileşmesi dolayısıyla, enerji gereksinimi her yıl bir öncekine oranla, ortalama % 8,5 dolayında artmaktadır. Bu ise hemen hemen her 10 yılda bir, ülkenin enerji gereksiniminin ikiye katlanması demektir. 

Türkiye’nin geleceğe yönelik enerji gereksinimini irdeleyen ciddi incelemeler 1972’den beri: 1) bağımsız akademisyenler, 2) TEK,  3) Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı’nın organları, 4) Devlet Planlama Teşkilatı ve 5) üniversiteler tarafından yapılagelmiştir. 1972’de türünün ilki olan bir incelemede2 Türkiye’nin XXI. yüzyılın başlarında büyük bir kurulu güç açığı bulunacağı hesaplanmış ve bu açığın kapanabilmesinin de ancak nükleer enerjiden yararlanmakla mümkün olacağı vurgulanmıştı. Bugüne kadar geçen zaman zarfında resmi makamlar tarafından yapılan benzeri değerlendirmeler 1972 târihli bu raporun sonucunu kalitatif olarak hep doğrulamış bulunmaktadır.  

Doğalgaz faktörünün devreye girmesiyle yapılan son ve iyimser değerlendirmelerde bile kömür, doğalgaz ve hidrolik potansiyele dayanılarak yapılan talep tahminlerinde 2020 yılı için ortaya çıkan enerji açığının nükleer enerjiden yararlanarak kapatılması gerektiği vurgulanmaktadır. Bu durumda 2020 yılına kadar en az 10.000 MWe’lik bir nükleer gücün kurulmuş olması gerekecektir3 

Güneş ve rüzgar enerjisi4 ya da biyomas gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının hiçbiri bu büyüklükteki bir enerji açığını kapatmak için, ne yazık ki, yeterli değildir. 2020 yılı için öngörülen bu açığın: 1) ekonomik olduğu, 2) sürekli enerji üretim güvencesi sağladığı, ve 3) diğer alternatiflere oranla, büyük güçlerde kurulabildiği için nükleer enerjiden yararlanarak kademeli kapatılması tek çözüm olarak gözükmektedir. Bu çerçevede, fosil yakıtların sorumlu tutulduğu küresel ısınmadan duyulan endişenin sanayileşmiş ülkeleri de iklim ve doğa şartlarına bağımlı olmayan yegane güç kaynağı olan nükleer santrallere yönelttiği, bu konuda örneğin Avrupa Birliği içinde hâlen ciddî bir çalışma yürütüldüğü dikkate alınmalıdır. 

Ülkede nükleer santrallerin kurulmasının nükleer santral teknolojisinin bir bölümüne egemen olmamızı da mümkün kılması gereklidir. Nükleer santral teknolojisine egemen olabilmek gibi ulusal bir hedef  ise: önce A) bir ya da birkaç teknoloji seçimine, ve sonra da B) bu yönde sağlam ve sürekli bir siyasal iradenin oluşmasına bağlıdır. Bu konu: 1) bilimsel yeterliğe sahip yerli-yabancı danışma mekanizmalarından mahrum bürokrasinin, ve 2) özel firmaların çıkar hesaplarına “bırakılmayacak kadar önemli ve stratejik bir konudur. 

Nükleer santral teknolojisinin ya da teknolojilerinin seçimi yalnızca İşletici’nin ekonomik tercihlerine de bağlı olamaz, olmaması gerekir. Böyle bir seçimin, ulusal çıkarları göz önünde tutan “ulusal bir strateji çerçevesi içinde”, ekonomik endişelerin yanında: 

  1. Ulusal sanayiin olanaklarını ve gitgide artması gereken katkılarını, 
  2. Ulusal iletim ağının (enterkonnekte şebekenin): 1) kapasitesini ve stabilitesini koruyacak, 2) voltaj ve frekans pertürbasyonlarını ise minimum düzeyde tutacak niteliklere sahip olmasını, 
  3. Ulusal ham madde kaynaklarının değerlendirilmesi olanağını, 
  4. Güney Kore örneğinde olduğu gibi, kısa zamanda, kendi nükleer santrallerimizi yüksek bir gerçekleştirme oranında bizzat kendimizin inşa etmemize olanak sağlamasını 

da göz önünde tutması gerekir.  

 

Nükleer Santrallere 

Lisans Verme İlkeleri 

1970-1982 yılları arasında Türkiye Atom Enerjisi Komisyonu Nükleer Güvenlik Komitesi başkanı iken, nükleer konularda, nükleer enerjiye geçme konusundaki başarısız 1976 ve 1982 deneyimlerindeki hataları analiz edip bunlardan ders alarak Türkiye’nin “Nükleer Santralleri Lisanslama İlkeleri“nin temellerini saptamış olan, rahmetli Prof. Nejat Aybers ve ekibidir.  

2690 sayılı yasaya göre TAEK ülkedeki nükleer tesislere lisans vermekle yükümlü tek yetkili kurumdur. Fakat gerçekçi olmak gerekirse, TAEK’in orijinal bir nükleer santral tasarımını sıfırdan başlayıp inceleyerek lisans vermek konusunda, geçmişte olduğu gibi bugün de: 

  • Örneğin Alman Lisanslama Kurumu Gesellschaft für Anlagen- und Reaktorsicherheit (GRS) ya da Amerikan Nuclear Regulatory Commission (NRC) gibi, etken ve de bağımsız bir örgütü, 
  • Bu konuda yetişmiş yeterli sayıda elemanı, 
  • Eksiksiz bir mevzuatı, 
  • Yeterli donanımı, ve  
  • Yeterli bilgi ve deneyim düzeyi 

yoktur. Bunun farkında olan Prof. Aybers Türkiye’de tesis edilmek istenen ve yapımcının ülkesindeki lisanslama otoritesinden lisans almış olan bir nükleer santralin Türkiye’ye sunulmuş olduğu şekliyle: 

  1. Tipinin benzerinin (yani Referans Santrali’nin) en az beş yıllık güvenli bir işletme deneyimine sahip olup olmadığının, 
  2. Yapımcının ülkesindeki lisanslama prosedürüne uyup uymadığının, 
  3. Bu lisanslama prosedürünün komponent bazında değil de santralin tümünü kapsayıp kapsamadığının, 
  4. Yapımcının kendi ülkesinde referans olarak gösterdiği lisanslanmış santralin aynını teklif edecek yerde, fiyatını düşük gösterebilmek için: farklı, daha az güvenli ve daha az güvenilir bir santral sunmuş olup olmadığının, 
  5. Eğer farklı bir santral sunulmuşsa bunun lisanslanmış santralden hangi noktalarda saptığının, 
  6. Bu sapmaların TAEK açısından kabul edilebilir olup olmadıklarının                                                                                                              incelenip lisansın buna göre verilmesini vazgeçilmez ilkeler olarak kabul etmiş; ve bu kısıtlı olanakların maksimum etkenlikte kullanabilmesi için de:  
  7. Türkiye’de kurulacak olan bir nükleer santral için, yapımcının ülkesindeki ulusal lisans verme otoritesi tarafından verilmiş lisansının bulunmasını şart koşmuştur. 

Nükleer santral kurmak gibi maliyeti milyarlarca dolara erişen bir konuda kendi ulusal lisans otoritesinden lisans almamış ya da türünün tek örneği ve de en az son 5 yıl boyunca güvenli ve güvenilir bir şekilde işletilmiş olduğu kanıtlanması mümkün olmayan nükleer santral tasarımları için Türkiye’nin: 

  1. Yapımcıların deneme tahtası olarak kullanılmasına, 
  2. Sonundan emin olunmayan bir maceraya sürüklenmesine, 
  3. Durmuş-oturmuş-denenmiş bir santral yerine cevaplandırılamayan sorularla dolu müphem bir prototip tasarımıyla zaman ve üretim olanağı kaybetmesine 

izin verilmemesi gerekir. 

 

Nükleer Santral Edinme Girişimlerinin Öğrettikleri  

ve Sağlam bir Hukuksal Temel Gereksinimi 

 

1976 ve 1983’deki sonuçsuz kalan girişimler 1996’daki ihalenin temelinin sıkı tutulmasının gerekliliği hakkında yeterince öğretici olmuştur. Bu ihalenin: 1) olabildiğince kontrollu bir biçimde sürdürülmesi de, 2) siyasetçilerin daha öncekilerde olduğu gibi ihale yöntemine yerli yersiz karışmalarının önüne geçilmesi de, ancak, kurumları ve şahısları hukuksal zeminde sıkı sıkıya bağlayıcı bir ihale şartnamesi çerçevesinde hareket edilmesiyle mümkün olabilmiştir.  

Aralık 1992’de Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Ersin Faralyalı’nın Bakanlar Kurulu’na sunduğu bir raporda, başka enerji kaynakları ihdas edilmediği takdirde, ülkenin 2010 yılında büyük bir enerji krizi içine düşeceğine ve bunun için de mutlaka nükleer enerjiden yararlanılması gerektiğine dikkat çekilmekteydi. 

Bunun üzerine 1993 başında toplanan Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu nükleer enerjiden elektrik üretimini ülkenin öncelikli sorunları arasında 3. sıraya koymuştur. 

1995 yılında TEAŞ, nükleer santral ihalesinin ön incelemelerini yapmak üzere danışman olarak, Güney Kore’nin Korean Atomic Energy Research Institute (KAERI) firmasıyla anlaşmıştır. 1996’da Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı’nın görevlendirdiği 3 danışman5 ile daha sonra bunlara katılan TEAŞ Nükleer Santraller Dairesi’nden 2 elemandan6 oluşan bir komisyon KAERI’nin tek cildlik ihale şartnamesi taslağını Türkiye koşullarına uyarlayıp genişleterek buna 5 cildlik7 son şeklini vermiştir. Bunun üzerine 17 Ekim 1996 günlü Resmi Gazete’de “Akkuyu Nükleer Santrali” için ihale açılmış olduğu ilan edilmiştir. 

Bu arada TBBM’de bütçe görüşmeleri sırasında Meclis’deki bütün partilerin ülkenin nükleer enerjiden yararlanması konusunda hemfikir oldukları ve dolayısıyla siyasal bir uzlaşma ile siyasal iradenin de artık oluşmuş olduğu ortaya çıkmıştır.  

15 Ekim 1997 de AECL (Atomic Energy of Canada Limited), NPI (Nuclear Po-wer International/Siemens ve Framatome konsorsiyumu) ve Westinghouse (Mitsu-bishi ile birlikte) tekliflerini sunmuşlardır. Bu tekliflerin: 1) ciddilik derecesi, 2) avantajları, 3) eksiklikleri ve 4) gizlenmesine çalışılan hiyleleri 221 sayfalık analitik ve kritik bir raporda o zamanki TEAŞ Genel Müdürü Zeki Köseoğlu’nun talebi üzerine Enerji Bakanlığı Danışmanı Prof.Dr. Ahmet Bayülken ile TEAŞ Genel Müdür Danışmanı Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre tarafından incelenmiştir8. 

Bu süreçte NPI konsorsiyumunun, teklifinde: 

  1. Pekçok gerçek dışı beyanda bulunduğu, 
  2. Teklif etmiş olduğu nükleer santralin benzeri bir referans santralinin mevcud olmayışı bir yana  
  3. Teklifinin projelendirilme evresinin bile tamamlanmamış olduğu, dolayısıyla  
  4. Almanya’da ve Fransa’da lisans alamamış olduğu, 
  5. İhale Şartnamesi’nin “anahtar teslim” koşuluna uymadığı,  
  6. Bir başka olmazsa olmaz koşul olan “santralin nükleer yakıtının temini”ni de     üstlenmediği,  
  7. Şartname’nin gene olmazsa olmaz koşullarından biri olan 15 yıl geri ödemeli Eximbank te’yidli % 100 kredi getirme koşulunun ancak % 10 kadarını karşılayabildiği, ve bunların dışında da 
  8. İhale Şartnamesi’ne pek çok noktada aykırı olduğu 

ortaya çıkmıştır. 

Bu durum NPI’ın ortağı Siemens için, esefle hatırlatılması gerekir ki, bir yenilik değildi. Siemens, en çok 6-7 yılda tamamlanması gereken: 1) Brezilya’daki Angra-2 nükleer santralini ancak 24,5 yılda tamamlayabilmiş, buna karşın 2) Arjantin’deki Atucha-2 nükleer santralini ise  28 yıldır hala tamamlayamamıştır. 

Genel Müdür Zeki Köseoğlu’nun işine son verilmesinden sonra TEAŞ Yönetim Kurulu Bayülken-Özemre Raporu‘nda açıkça ortaya konmuş olan bütün bu aykırılıklara karşın Akkuyu Nükleer Santral İhalesi’ni NPI’ın kazanmış olduğunu bir oldubitti ile ilan etmeye kalkışmıştır. Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan’ın bu oldubitti girişimini, o sırada Pekin’de bulunmakta olan, Enerji Bakanı Cumhur Ersümer’e bildirmesi ve onun da sert tepkisi sonucu bu açıklama yapılamamıştır. 

Prof.Dr. Ahmet Bayülken ile Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre’nin, bu ihaledeki bütün bu aksaklıkları saptayan söz konusu 221 sayfalık “Akkuyu Nükleer Santral İhâlesi Değerlendirme Komisyonları” Raporlarını, ve Muhâlefet Şerhlerini Değerlendirme Raporu başlıklı raporunun Genel Müdür Zeki Köseoğlu’nun bu görevden ayrılmasından sonra TEAŞ İdaresi tarafından yok sayılması üzerine, TEAŞ yönetiminin bu ihaledeki yasa dışı tutumunun ortaya koyduğu tehlikeleri açıklayan 2 sayfalık bir sunuş yazısıyla Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a ve Başbakan Yardımcısı Bakanlar’a iletilen bu rapor üzerine, durumun o günkü hükümetin birliğini sarsacağına inanan Başbakan Bülent Ecevit’in önerisine uyan Bakanlar Kurulu 25 Temmuz 2000’de, inandırıcı olmayan nedenler ileri sürerek, bu ihaleden vaz geçmek zorunda kalmıştır. 

ETK Bakanı Hilmi Güler’in ve TAEK 

Başkanı Okay Çakıroğlu’nun Açıklamaları 

Gazeteci Nuriye Akman’ın Sinop’ta kurulacağı bildirilen nükleer santral hakkında Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, ve TAEK Başkanı Okay Çakıroğlu ile yapmış olduğu röportajlar Zaman gazetesinde, sırasıyla 21-22 Mart 2007 ve 15-16 Nisan 2007 tarihlerinde yayımlanmıştı9 

Söz konusu her iki röportajda ve Bakan Hilmi Güler’in TBMM’nin 8 Kasım 2007 tarihindeki 18. birleşiminin ilk oturumunda nükleer alandaki “Türk tipi yatırım modeli” (!?) olarak sunduğu bu modele göre:  

  1. “Bu iş için ihale şartnamesi olmayacak”. 
  2. “İhaleye çıkılmayacak”. 
  3. “TAEK’in de ortaya koyacağı kriterler olacak10“. 
  4. “Santral kurucusu şirketler teşviklerden yararlandırılacak”. 
  5. “Nükleerde sınıfı geçen11 (!) yabancı teknoloji sahibi firmalar zâten belli (!). Bu standartları Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı netleştirmiş12 (!????)”. 
  6. “Özel sektörden en uygun teklifleri verenler yarıştırılacak (!)13“. 
  7. “Teklif verenler içinde santrali en az yük olan (!?), en çabuk devreye giren ve yerlilik payı en yüksek olan kabul edilecek”. 
  8. “Yapımcı firmalara santral kurulduktan sonra 15 yıl elektrik alım garantisi verilecek”. 
  9. “Nükleer santralin kurulu gücü şirketlerimizin seçeceği (!??) teknolojiye  bağlı olacak”. 
  10. “Türkiye’nin bir maceraya girmiş görüntüsü vermemesi için teknoloji seçiminde, Türkiye’nin şartlarına en uygun, en gelişmiş ve bunlar içinde en yaygın kullanılanlar bir paket hâlinde düşünülmekte”. 
  11. “Seçilen teknolojinin adı verilemez; zira rekabet açısından problem olur”. 
  12. “Ülkemizdeki şirketlerin nükleer santral işletmesi konusunda deneyimi yok. Bu itibarla çok mümkündür ki kurucu şirket, santral işletmeciliğinde deneyimli bir yabancı firmayla sözleşme yaparak bu sorunu çözebilecek“. 
  13. “Nükleer santralde üretilen elektriğin 15 yıl süreyle satın alma garantisi verildiği için işi alan firmanın bir an evvel işletmeye girmesi de sağlanmış olacak”. 

TBMM’nin yukarıda zikredilen oturumunda Sayın Bakan: Biz illa bir yerden kopya mı çekeceğiz? Bu modeli biz kendimiz geliştirdik demiştir. Hükümet’in nükleer santral kurma konusundaki ilke kararını almasından bu yana yaklaşık dört yıl geçti. Bu uzun süre içinde böyle yepyeni bir modelin hazırlanması için deneyimli yabancı firmalardan danışmanlık hizmeti alındığına veya Türkiye’deki uzman ve akademisyenlerin bilgi ve görüşlerine kurumsal ve sistemli biçimde başvurulduğuna dair bize hiç bir bilgi erişmedi.  Özel uzmanlık gerektiren nükleer santraller konusunda kendisi de uzman olmadığına göre Sayın Bakan’ın çevresindeki bürokratların öğütlerine uyduğu ve fena halde yanıltıldığı anlaşılıyor.  Dünyada bir benzeri ve başka hiç bir ülkede örneği bulunmayan, bulanık ve girift, ve üstüne üstlük bir sürü iç çelişki dolayısıyla sakat, Türkiye üzerinden haksız kazanç sağlamak isteyen bazı nükleer santral yapımcılarından kimilerinin ağızlarının suyunu akıtacak, kimilerini de ciddiliğimiz konusunda kuşkuya ve kararsızlığa düşürecek olan bu model, bizleri hayretlere ve ciddi yaslara gark etmiştir. 

Bu modelin yaratıcıları olan bürokratlar14: 1) nükleer santral teknolojisinin içeriğinin de, 2) bu işin tarihsel geçmişinin de, 3) Dünya’da nükleer elektrik üreten 32 devletin bu konudaki bilimsel temeller üzerine inşa edilen, siyasal tedbir ve ihtiyata dayalı stratejilerinin de, 4) Türkiye’nin bundan önceki 3 girişiminin ayrıntılarının da, 5) Türkiye’ye nükleer teknolojinin bir ürününü satın almanın nükleer teknolojiyi kazandırmak olmadığının da bilincine, yazık ki, sahip gözükmemektedirler. 

Örneğin, hazırladıkları “Türk tipi yatırım modeli“nin yukarıda sıralanan temel unsurlarından 10 numaralı olanı (Türkiye’nin şartlarına en uygun, en gelişmiş ve en yaygın reaktörün seçilmesi hedefini) kısaca irdeleyelim. “En gelişmiş teknoloji” ürünü reaktörler en yeni yani ya hiç denenmemiş ya da az denenmiş olacağından aslında henüz yaygınlaşmamışlardır. Dolayısıyla “en yaygın teknoloji” koşulu ile “en gelişmiş teknoloji” koşulu biribirlerini dışlayan koşullardır; bu iki koşulu aynı anda sağlayamazsınız. Ayrıca “en yaygın teknoloji” denildiği anda da aslında santral tipi peşinen seçilmiş demektir: Dünya’da “en yaygın teknoloji” (ve hattâ ABD’nin siyasal gücü nedeniyle pazara egemen olan teknoloji de diyebiliriz) PWR (Pressurized Water Reactor: Basınçlı Su Reaktörü) teknolojisidir. Yukarıda 11 numaralı maddede yer alan “Seçilen teknolojinin adı verilemez; zira rekabet açısından problem olur” şeklindeki beyan bu bakımdan anlamsız ve tutarsızdır. Zira tercihin ya PWR teknolojisi ya da onun gelişmişi ama hala daha işletmede bir örneği bulunmayan EPR ya da AP-1000 teknolojisi olacağı anlaşılmaktadır.  

Hiç denenmemiş bir reaktörün potansiyel risklerinin daha fazla olduğu, yabancıların bunu yeğleyenleri tecrübe tahtası” yerine koyma tehlikesini taşıdığı bilinmektedir. Diyelim ki, uzun araştırma ve incelemelerden sonra bu riskleri göze almayı kararlaştırdınız. Bu takdirde, “en yaygın” ya da “en gelişmiş” diyerek, denenmiş ya da hiç denenmemiş bir  PWR teknolojisi santraline ağırlık verirken başka neleri göze aldığınızı da hesaplamış olmanız gerekir:  

1) Bu teknolojide nükleer yakıt elemanlarında zenginleştirilmiş uranyum kullanmak zorunluluğu vardır. TAEK’in Yasa uyarınca yayınladığı “Ölçütler”de “Yakıt üretiminin ülke içinde yapılması tercih nedenidir deniyor. Demek ki, kendi uranyum zenginleştirme tesisimizi de bir şekilde kurmamız gerekiyor. Bunun ne kadar zor ve pahalı bir iş olduğu, (en son İran örneğinde gördüğümüz gibi) uluslar arası siyaset açıdan da ne büyük riskler taşıdığı ve dolayısıyla  gizli engelleme girişimlerine konu olacağı hiç hesaplandı mı acaba?  

2) Bu tip teknolojinin pazardaki üreticileri arasında önde gelen Amerikalılar ve Fransızların, bu nükleer santral konusunda teknoloji know-how‘ını vermeye hiç yanaşmadıkları bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla bu yola ağırlık tanırsak, ilerde kendi santrallerimizi kendimizin üretmesi hayalini de bir yana bırakmak gerekecektir. “Türk tipi yatırım modeli“nin yaratıcısı olan bürokratlar bu olasılığı da hesaba kattılar mı acaba? 

Nihayet, elektrik üretim kaynaklarımıza nükleer santralleri katmak gibi çok önemli bir işe girişirken “illa bir yerden kopya çekmeye” gereksinimiz olmayabilir ama başkalarının olumlu, olumsuz deneyimlerinden yararlanmayı ve ders almayı da bilmeliyiz. Örneğin Arjantin, Brezilya, eski Yugoslavya gibi ülkeler epey sıkıntı çektiler. Benzeri talihsizliklerin bizim de başımıza gelmemesi için bilgili ve dikkatli olmalıyız. Romanya (Varşova Paktı nedeniyle kısmen Sovyet egemenliği altında olması vb… gibi nedenlerle) nükleer programını çok güç koşullar altında ancak, ulusal çıkarlara öncelik verme gayretiyle yürütmüştür. Bu alanda en başarılı örneğin Güney Kore olduğu bugün genellikle kabul edilen bir görüştür. Güney Kore önce ulusal nükleer teknolojiyi iyice oturtup bu yönde deneyim kazandıktan ve iyice yol aldıktan sonra, ikinci evrede PWR teknolojisi dahil elektrik üretim kaynaklarını rahatlıkla çeşitlendirmiş ve nükleer santral üreticileri arasına girmeyi başarmıştır. Bu çabalarının çeşitli sektörlere yansıması ise Kore’yi sanayi alanında önemli devletler kategorisine sokmuş bulunmaktadır.   

Görüldüğü gibi santral tipi seçimi bir “Ulusal Strateji” sorunu olmalıdır. Hükümet’in de, TBMM’nin de, Cumhurbaşkanı’nın da bu konuda yanlış yönlendirilmiş oldukları apaçıktır. Bu ulusal strateji, diğer bütün nükleer ülkelerde yapıldığı gibi, Enerji Bakanı ya da TAEK veya özel bir şirket  tarafından değil en yüksek siyasal düzeyde ele alınarak Hükümet tarafından belirlenmelidir. 

Bu “Ulusal Strateji Bilinci”: 1) Bakan ile yapılmış olan röportajda da, 2) TAEK Başkanı ile yapılmış olan röportajda da, 3) 9 Kasım 2007 târih ve 5710 sayılı “Nükleer Santrallerin Kurulmasına ve İşletilmesi İle Enerji Satışına İlişkin Kanun”da da, 4) TAEK’in bu yasayla ilgili olarak yayımladığı 3 sayfalık ölçütlerde de ne yazık ki yoktur. 

Seçilecek olan nükleer santrallerin tipi ve dayandıkları teknoloji ne olursa olsun, Bu “Ulusal Strateji“nin nükleer güvenlik açısından “asgari değişmezleri”, nükleer santralin: 

  1. Batı Anlamında Nükleer Güvenlik Doktrini’ne15 uygun olmasıdır. 
  2. Bir benzerinin kendi ülkesinde lisanslanmış ve en az 5 yıl güvenli ve güvenilir bir biçimde çalışmış olmasıdır. 
  3. Kurulacağı bölgedeki depremlere karşı dirençli olmasıdır16. 
  4. Bütün ömrü boyunca reaktörden çıkan kullanılmış yakıtların tümünü ucuz bir şekilde koruma altına alacak bir depolama donanımına sahip olmasıdır. 

İleride nükleer reaktörlerimizi kendimizin inşa etmemiz de ulusal bir hedefimiz olmalıdır. Bu takdirde de: 

  1. Yapımcının en geniş teknoloji transferi vaad ettiği,
  2. Hammadde kaynaklarımızdan yararlanmamızı mümkün kılan, ve
  3. Kopyalanması nisbeten kolay olan nükleer santral tipleri 

hedefimiz olmalıdır. 

 

5710 Sayılı Yasa 

Türkiye’de kurulacak nükleer santralleri, 22.01.2002 günlü 4734 sayılı Kamu İhâle Kanunu ile 15.08.2003 günlü 4964 sayılı Kamu İhale Kanununda Değişiklikleri İçeren Kanun’un, her nedense, kapsamları dışında tutması 9 Kasım 2007’de kabul edilmiş olan 5710 sayılı “Nükleer Güç Santrallarının Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışına İlişkin Kanun”un en dikkate değer özelliğidir. Böylece yaratılmış olan hukuksal boşluğun nasıl ve hangi mekanizmalarla doldurulacağı Yasa’da açık seçik belirtilmemiştir. Bu kadar büyük ve önemli bir projede, mevcut haliyle yasal alt yapı çok ciddi sorunlara gebedir.    

1998-2000 dönemindeki son Akkuyu Nükleer Santral İhalesi ile karşılaştırıldığında, bu yasanın işlemleri tek elden kontrol altında tutmayan dağınık ve hantal bir bürokratik süreç ortaya koymakta olduğu gözlemlenmektedir. Bu yasa geçerli olmaya devam ettiği takdirde, nükleer santral inşaatının (eğer herşeye karşın başlatılabilirse, normal inşaat süresi olan 6,5 yılın çok ötesinde) büyük gecikmelere uğrayabileceği tehlikesine de dikkati çekmek istiyoruz. 

1. Madde’ye nükleer santral teknolojisinin ülkeye kazandırılmasının “amaç” olduğu açık  bir şekilde yazılmalıydı. 

2. Madde‘deki “şirket” tanımı karışıklığa yol açmaktadır  Bu tanım: 1) nükleer santral kurmanın, 2) nükleer kökenli elektrik enerjisi üretmenin, ve 3) nükleer kökenli elektrik enerjisi satmanın aynı bir şirketin vaz geçilmez üç fonksiyonu olduğunu ima etmektedir, ve bu yüzden de diğer maddelerle çelişkilidir. 

3. Madde’nin 3. fıkrasında yer alan: “Bu kanuna göre yapılacak nükleer güç santralleri için yarışmaya katılacaklarda aranacak şartlar…” ibaresinde sözü edilen sübjektif “yarışma” teriminin “kesin, dakik, açık, seçik” bir tanımı yapılmış ve sınırları belirlenmiş değildir; yani bu terim hukuksal bir kavram sayılamaz. 

Aynı maddenin 5. fıkrasında Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nun en uygun bulunan nükleer santral teklifine bir “lisans” vermesinden söz ediliyor. Ama bu lisansın hangi amaçla ve hangi iş için verileceği belirtilmiyor. Bu lisans: 1) Nükleer santralin seçilmiş olan sit alanına kurulması lisansı mıdır? 2) Yapımcı şirketin inşaat için gerekli olan malzemeleri ithal lisansı mıdır? 3) Yapımcı şirketin ithal edeceği malzemenin gümrük resminden muaf olacağı lisansı mıdır? 4) İnşaata başlama lisansı mıdır? 5) Yasa’da inşaatın: A. İnşaat açısından, ve B. Nükleer açıdan nasıl ve kim tarafından denetleneceği açıklanmamış olduğundan, acaba yapımcının bu denetimden muaf tutulacağının (!) lisansı mıdır? 6) Reaktöre yakıt yükleme lisansı mıdır? 7) Sıcak testlere başlama lisansı mıdır? 8) Reaktörün tam güçte çalışması lisansı mıdır? 9) Santralin üreteceği elektriğin üretimi ve satışı ile ilgili bir lisans mıdır? 10) Yoksa bütün bunları kapsayan bir lisans mıdır? Ve ilh… 

4. Madde’nin 2. fıkrasında “Sözleşme yapmayı talep etmeyen şirketler”den kasıt nedir? Metinde kesinlik yoktur; dolayısıyla sübjektif yorumlara açıktır. Ayrıca, sözleşme yapmayı talep etmeyen şirketlerin nasıl bir yasal sürece bağlı olacakları da belirsiz bırakılmıştır. 

5. Madde’nin 3. fıkrası: A. 1) radyoaktiviteden arındırma, 2) sökülen parçaların geçici depolanması ve 3) son depolama vb… gibi söküm sonrası faaliyetlerden kimin sorumlu olacağını açıklamamaktadır; B. Henüz oluşmamış olan URAH’yı ve İÇH’yı kimlerin oluşturacağı da belirsiz bırakılmıştır. C. Kabul ve söküm işlemlerinin kimlerin sorumluluğunda olduğu ve masraflarını kimin karşılayacağı ve bu işlemlerin nasıl yapılacağına da hiç değinilmemektedir. 

5. Madde’nin 4. fıkrasıŞirket … Ayrıca santralin faaliyeti süresince oluşacak atıkların taşınması, depolanması ve/veya bertaraf edilmesi ile ilgili her türlü finansal maliyetlerin ve santralin işletme süresi sonunda işletmeden çıkarma masraflarının karşılanması için oluşturulacak hesapların her birine 0,15 cent/kWh (ABD Doları cinsinden) katkı payı ödemekle yükümlüdür” demektedir. Bu isabetsiz bir hükümdür. ABD doları gibi sabit bir değeri olmayan para birimi yerine IMF ve Dünya Bankası’nın kullandıkları “SDR” yani Special Drawing Right (Özel Çekim Hakkı) biriminin kullanılması ya da enflâsyon oranına endeksli YTL kullanılması Türkiye’nin çıkarınadır. 

Yasa nükleer santralin gerek inşaatı, gerek nükleer parçaları açısından Kalite Temini ve Kalite Kontrolü‘nün nasıl yapılacağını; ve gerek inşaat gerek nükleer açıdan denetiminden şirketin mi, Devlet’in mi sorumlu olacağından da hiç söz etmemektedir. 

Yasa’nın 3. maddesi 5. fıkrasında: “…ilgili şirketle TETAŞ17 arasında, santralin işletmeye girmesinden itibaren onbeş yılı aşmayan enerji satışını düzenleyen sözleşme imzalanır“, ve 5. maddesi 3. fıkrasında da: “Şirket, TAEK’in yayınlayacağı ölçütler çerçevesinde yakıt temininden ve işletme döneminin sonunda santralin devreden çıkarılması ve sökümünden sorumludur” ve kezâ 7 Madde’nin 2. fıkrasında da “Sözleşme sürelerinin sonunda nükleer güç santralinin sökülmesi zorunludur” denilmektedir. 

Bundan anlaşılan nedir? Genel Muhasebe Kanunu ile Devlet İhale Kanunu hükümlerine ve Sayıştay’ın denetimine tabi olmayan bir şirket olan TETAŞ ile ilgili şirket arasında onbeş yılı aşmayan bir dönem için sözleşme imzalanacak ve bu işletme döneminin sonunda da şirket hem santrali devreden çıkaracak ve hem de santrali sökecek (!?). Bu mümkün olmadığına göre Şirket, sözleşmesi bittikten sonra reaktörün kalan ömrü olan çeyrek yüzyıl (25 yıl) boyunca yakıt sağlamaya devam edecek ve 40 yıl sonra da sökmek için geri gelecek demektir. Bu orijinal “Türk tipi nükleer yatırım modeli”ni oluşturan bürokratlar, henüz nükleer mühendislik tahsilini bitirmemiş genç öğrencilerimize danışmak zahmetine katlansalardı uygulaması olanaksız böyle bir madde gözden kaçmazdı. Oysa, kabul edilen yasal çerçeve içinde 40 yıllık ömrü olan bir nükleer santralin en çok 15 yıl sonunda çöpe atılması [bu yasa maddesi aracılığıyla, vaz geçilmesi ancak başka bir yasayla mümkün olan] bir gereklilik olmuyor mu? Yasayla tescil edilmiş ve yayınlanmış olan böyle bir nükleer sözleşme koşulu hiç kuşkusuz bir Dünya İlki’dir ve de işin uzmanları için bir “kara mizah” örneğidir. 

Bu yasa, kurulan ve ilk İşletici’sine en çok 15 yıl işletme hakkı verilmiş olan nükleer santralin bu 15 yıldan sonraki geleceği hakkında en ufak bir ipucu vermemektedir: 1) Bu süre sonunda İşletici’nin zilyedliği sona erecek midir? Yoksa santral, İşletici’nin mülkiyetinde kalacak ama İşletici’nin artık işletme hakkı olmayacak mıdır?  2) Bu, temdid edilebilir bir hak mıdır? 3) Yoksa bu işletme hakkı İşletici’nin bir başkasına devir edebileceği bir hak mıdır? 4) Bu süre sonunda işletme hakkı başka bir firmaya mı ve kimin tarafından verilecektir? 5) Yoksa bu süre sonunda santralin mülkiyeti ETKB’ye mi intikal edecek ve bundan sonra artık İşletici ETKB mi olacaktır? 

Bu yasanın:  

1) hem yasa tekniği açısından,  

2) hem içeriğinin çapraşıklığı ve bulanıklığı açısından, ve  

3) hem de sorun çözecek yerde çözümü büyük sıkıntılara yol açma potansiyeline sahip sorunlar vaz etmesi açısından  

nükleer mühendisler tarafından onaylanması olanağı yoktur. 

TAEK’in Nükleer Santral ve 

Nükleer Yakıt Temini Ölçütleri 

TAEK nükleer santral ile ilgili ölçütlerini 9 madde ve nükleer yakıt temini ile ilgili ölçütlerini de 5 madde hâlinde 20 Kasım 2007 tarihinde açıklamış ve 19 Aralık 2007 tarihinde de  açıklamalarla teyid etmiş bulunmaktadır. 

Gerek 1976 gerek 1982 girişimlerinde, TEK’in Nükleer Santraller Dairesi’nin hazırlamış olduğu binlerce sayfa müzakere dokümanının ve keza 1998 Akkuyu Nükleer Santral İhalesi’ndeki beş cildlik resmi İhale Şartnamesi‘nin yanında TAEK’in 14 maddeden oluşan  iki sayfalık söz konusu bu nükleer santral ve nükleer yakıt temini ölçütlerininin ne kadar yetersiz kaladığı sağduyu sahibi kimsenin gözünden kaçmayacaktır. 

      A. Nükleer santral ile ilgili ölçütler göz önüne alındığında:

  1. ölçüttekiNükleer güç santrali güncel ve kanıtlanmış teknolojik yenilikleri kapsamalıdır” cümlesi çelişkilidir. Her güncel yeniliğin Türkiye’ye uygun olması her zaman olası değildir. Ayrıca, “kanıtlanmış” sözcüğü ile de ne kastedilmektedir? Bu “kanıtlanmış olma”nın objektif ölçütü nedir, belli değil! 

Ayrıca, bu ölçütteki “ciddi kaza”nın içeriği de muğlaktır. Bunun doğrusu: “Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın nükleer santrallerdeki kaza sınıflandırmasına göre [ciddi, yani ingilizce: serious, değil] ağır (ingilizce: severe) kaza“dır. 

1997 yılında TAEK tarafından hazırlanıp da nükleer santral teklifi verecek firmalara uymaları taleb edilmiş olan “Codes, Standarts and Regulations” listesinden hiç söz edilmemesi de büyük eksikliktir. Bunlar önem sırasına göre 1) United States Nuclear Regulatory Committee’nin (US NRC’nin), 2) IAEA’nın, 3) yapımcı ülkenin ve son olarak da 4) Türkiye’nin ilgili mevzuatı idi. 

2. Lisanslama ölçütünde: “… Önerilen santrala örnek teşkil edebilecek, halen işletilmekte ve aynı teknolojinin en son örneği olan lisanslı bir santral referans olarak gösterilecektir. Önerilen santralin henüz işletmeye geçmiş bir örneğinin olmaması durumunda, aynı teknolojinin bir düzenleyici kurum tarafından nükleer güvenlik değerlendirmesi sonucunda onaylanmış veya kurulması uygun görülmüş bir örneği referans olarak gösterilecektir…” denilmekte, ama 3. ölçütün b) açıklamasına ise: “Ülkemizde kurulacak nükleer güç santrallerinin sınanmış ve güvenilirliğini kanıtlamış reaktör tiplerinden seçilmesi amaçlanmıştır” diye bir not düşülmektedir. 

Henüz işletmeye geçmemiş bir reaktör nasıl olur da: 1) hem sınanmış, ve 2) hem de güvenilirliği  kanıtlanmış olur? TAEK’in 19 Aralık 2007 târihli “Nükleer Santral Kurup İşletecek Şirketlerin Karşılaması Gereken TAEK Ölçütleri” başlıklı bu çelişkili açıklamasının altında TAEK Başkanı’nın imzası olması gerekirken yalnızca 3 Daire Başkanı ile 2 Başkan Yardımcısı’nın imzalarının bulunmasının gerekçesi anlaşılmamaktadır.  

 

TAEK’in yanlışları bu noktada bitmiyor. Henüz işletmeye geçmemiş yani denenmemiş santral tekliflerine olumlu bakan söz konusu 2. ölçütün son cümlesinde “Lisanslama ile ilgili olarak ülkemizin mevzuat gerekleri ve nükleer düzenleme kuruluşunun talep edeceği şartlar mahfuzdur” denilmektedir. Böylece TAEK, ülkemizin önceki nükleer santral ihaleleri için temel şart kabul edilmiş olan “Referans Santralinin en az beş yıllık güvenli bir işletme tecrübesine sahip olması” kuralını bu paragrafta bir çırpıda kaldırıverirken, yerine yukarıda anılan son cümledeki muğlak güvenceyi (güvence denebilirse) koymaktadır. Bu Türkiye’nin aleyhine işleyecek ve işletilebilecek tehlikeli bir paragraftır. Ayrıca bu ölçütte sözü geçen “nükleer düzenleme kurulu” tanımlanmamıştır. Bu kurulun: 1) nereye bağlı olduğu, ve 2) görevinin de ne olduğu belirtilmiş değildir. 

Buna karşılık, nasıl yapılacağı hala belli olmayan “yarışma” gerçekleşirse, bu ölçütün en fazla kimin işine yarayacağı nükleer mühendislerce bilinmektedir. Bir Fransız-Alman konsorsiyumu olan Nuclear Power International’ın (NPI; yeni adı AREVA-NP) geliştirdiği EPR (European Power Reactor; yeni adı Evolutionary Power Reactor) tipi nükleer santral böylece yarışmaya rahat girebilecektir. Son Akkuyu Nükleer Santral İhalesi’nin iptal edilmesine neden olan konsorsiyumun NPI olduğuna daha önce değinmiştik. Finlandiya 2003 yılının Mart ayında açtığı ihaleyi, belki de AB dayanışması gerekçesiyle bu konsorsiyuma verdi. EPR’ın ilk örneğinin 2009 yılında işletmeye alınması planlanmıştı. 2011 yılına ertelendi. Gerçekte 2013-2015 yıllarında bitirilmesi ümid ediliyor.  

Santralin ömrünü en az 40 yıl olarak belirleyen 4. ölçüt, bunları hazırlayanların nükleer mühendislik kavramlarından ne kadar uzak olduklarının bir başka belgesidir. Bu ölçütün doğrusu: “Nükleer santralin hizmet vereceği süre ortalama %85 yük faktörü ile en az 40 yıl olmalıdır” şeklindedir.. 

5. ölçüt (!?): “Değerlendirmeye alınacak santral tipleri teknolojik olarak sınanmış olacaktır” demekte ama sınanmışlığın ölçütünü vermemektedir. Bu, sübjektif değerlendirmelere açık büyük bir eksikliktir. 

6. ölçüt: “Yakıt teknolojisi sınanmış olacaktır. Doğal uranyum ve zenginleştirilmiş uranyum kullanan reaktörler değerlendirmeye alınacaktır. Yakıt üretiminin ülke içinde yapılması tercih nedenidir” demektedir. Bu ölçütün son cümlesi anlamsızdır. Özel Sektör’ün sahibi olacağı ve kendisine bunu işletmek için 15 yıldan fazla bir süre tanınmayan bir nükleer santral için Özel Sektör bir de nükleer yakıt fabrikası mı kuracaktır? 

Yerli katkı payına yönelik plan ve program önerilmesi gerekmektedir. Plan ve programda, en az % 60 yerli katkı payına ulaşılacak süreç gösterilmelidir” şeklindeki 7. ölçüt tümüyle anlamsızdır. Santral İşletici’sinin bu işi sahiplenmesine izin verilen maksimum sınır 15 yıldır. İşinde bir süreklilik yoktur ki % 60’lık bir yerli katkı payına ulaşılacak süreci göstersin. Üstelik aynı tipten ikinci bir nükleer santralin gene onun tarafından kurulacağına dair de ne bir garanti ve ne de bir gereklilik vardır. 

Son Akkuyu Nükleer Santral İhalesi’nde sözü edilmiş olan Bayülken-Özemre Raporu‘nda yapılan bir inceleme, kurulacak ilk santralin, tipine ve yapımcısının iznine bağlı olarak inşaat  ile ilgili en çok % 24,4 kadarlık bir kısmının yerli olarak yapılabileceğini ortaya koymuştu. 

ETKB’nın ve TAEK’in böyle bir yasanın yalnızca parasal yönleriyle bir mikdar ilgiliymiş gibi görünüp de ülke açısından yaşamsal önemi olan nükleer teknoloji transferi hakkında sessiz kalmaları bizleri hem şaşırtmış ve hem de bu kurumlar konusunda düş kırıklığına uğratmıştır. 

Bu ölçütlerde göz önüne hiç alınmamış olan ama nükleer santralin emniyetle işletilmesiyle ilgili önemli bir husus daha var: Nükleer santrali işletecek olan operatörlere ve süpervizörlere verilmesi gerekli olan hem simülatör ve hem de iş başında eğitim. Bunu kim garanti edecek? Bu teknisyenlerin işlerinin ehli olarak yetiştirilmeleri son Akkuyu Nükleer Santral İhalesi’nde olduğu gibi sıkı güvenceler altına alınmalıdır.  

“Nükleer Santralların Kurulması ve İşletilmesi ile İlgili Enerji Satışına İlişkin Kanun”a, bu yasanın adıyla da içeriğiyle de hiçbir ilgisi olmayan “Yerli Kömür Yakıtlı Santralların Teşviki” başlığıyla 2. Geçici Madde olarak eklenmiş olan maddenin, yasa sistematiği açısından, bir başka yasanın konusu olması gerekirdi.  

    B. Nükleer santral ile ilgili yakıt temini ölçütleri18 göz önüne alındığında ise:

  1. ölçüt: “Santral için ilk kalp yüklemesi için gerekli olan mikdarın dışında en az iki kalp yüklemesi için gerekli yakıt santralin tedarik listesine dahil edilecektir” demektedir. Bu ifadenin açık ve seçik bir anlamı yoktur. İlk yüklemeden sonra reaktör kalbi her yıl üçte biri yenileneceğine göre bu madde altı yıllık bir yakıt teminini mi, yoksa yalnızca iki yeni yüklemeyi mi şart koşuyor? Bu belli değil. Ayrıca, yasa ve ölçütler ağır su ve doğal uranyum kullanan reaktörleri dışlamadığına göre ve bu reaktörde de yakıt yüklemesi sürekli olacağından bu ölçüt daha da anlamsızlaşmaktadır. 

Akkuyu Nükleer Santrali İhâle Şartnamesi’nin V. cildinde bu konu, yanlış anlaşılmaya mahal vermeksizin, aşağıdaki ifadelerle dercedilmişti: 

The Nuclear Fuel and Raw Material supply bidding comprises the following : 1. Supply of fuel (and Heavy Water, if any) for the initial inventory including a number of spare Fuel Assemblies; 2. Two subsequent reloads, together consisting of up to 2/3 (two-thirds) of Nuclear Core (PWR and BWR), Supply of two complete nuclear core, makeup heavy water corresponding to two years operation (PHWR)…..”19 

5. ölçüt ise: “Santrala temin edilecek yakıt, santral üreticisinin belirlediği ve lisanslama sürecinde düzenleyici kurum tarafından onaylanan niteliklerde ve lisans şartlarına uygun olacaktır. Yakıt teknolojisi sınanmış olacaktır” şeklinde içi boş bir beyândan ibârettir. Burada, sözü edilen “lisans koşulları” nelerdir? Bu açıklanmamıştır. Ayrıca 2. ölçütte: Önerilen santrala büyük ölçüde örnek teşkil edebilecek, halen işletilmekte ve aynı teknolojinin onaylanmış veya lisans almış en son tasarımı referans olarak gösterilebilir”  denildiğine göre bu santraldeki nükleer yakıttan farklı bir yakıt teknolojisi teklif etmek Referans Santrali’nden majör bir sapma olacağından bu zaten kabul edilemez ve yapımcı da bunun böyle olduğunu bilir. Ayrıca yeni bir yakıt tipi yüklenmesinde yeniden lisanslama gereklidir. 

GÖZLEMLER VE SONUÇLAR 

TBMM’nin süratle ve milletvekillerimizin önlerine gelen taslakta mevcut yanlış ve eksikleri Komisyon’da bizzat düzeltip, tamamlamaya çalışarak çıkardıkları Yasa, bu çalışma yönteminin kaçınılmaz bir sonucu olarak: 

  1. Sağlam bir sistematikten, 
  2. İç tutarlılıktan, ve 
  3. Hukuksal tutarlılıkdan 

yoksundur. 

Yasa’ya bağlı olarak bürokrasinin sonradan yayınladığı “Ölçütler” bu hukuksal karmaşayı daha da içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. Yukarıda, kısaca değerlendirilmesine çalışılan Yasa ve Ölçütler’e topluca bakıldığında aşağıda özetlenen gözlemler öne çıkmaktadır:  

Gerek kadük olan ilk taslakta, gerek değiştirilerek yasalaştırılan ikincisinde bürokrasinin milletin temsilcilerine, Türkiye’mizin enerji güvenliği bakımından büyük önem taşıyan bu konuda çok yetersiz bir hazırlık sunduğu anlaşılmaktadır.  

Ölçütlerde yukarıda değindiğimiz eksikler ve çelişkiler hayret edilecek düzeydedir. Bunlar, ya bürokrasinin temel nükleer mühendislik kavramları konusunda bilgisiz olduğunu ya da fevkâlâde özensiz davrandığını düşündürmekte, Yasa taslaklarının neden eksik ve yanlış hazırlanmış olduğu hakkında bir fikir vermektedir.   

Bu hazırlıklar yapılırken dünyada nükleer santrallerin geçmişi iyi incelenmeli, Türkiye’nin bu konudaki girişimlerinin ayrıntıları, yanlışları göz önünde tutulmalı, son 1998-2000 Akkuyu İhalesi’nin kazandırdığı nisbeten yeni ve değerli deneyimden yararlanılmalıydı.  

Mevzuatta bırakılan boşluklar, çeşitli yorumlara elverişli olan muğlak bölümler santral üreticileri tarafından istismar edilebilir ve daha önce örneğini gördüğümüz yasa dışı mekanizmaların oluşmasına açık kapı bırakarak oluşmasına açık kapı bırakarak Hükümet’imizin başına ciddi dertler çıkarabilir.  

Özetle sunduğumuz bu gözlemlerden şu sonuçları çıkarmaktayız:  

  1. Hızlı bir çalışma temposu içinde bu yasanın, içeriğinin ne türlü sıkıntılara gebe olduğu fark edilmeden kabul edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. 
  2. Zararın neresinden dönülse kârdır! Bu yasa, sorun çözmekden çok, çözümü zor pek çok sorun yaratmaya gebedir. 

Ömürlerini Türkiye’mizin nükleer teknolojiye terfi ederek, bilimde ve yüksek teknolojide en ileri devletler arasına girmesi idealinin çeşitli konularına adamış yukarıda imzaları bulunan bizler, bundan dolayı, başvurma yetkisine sahip kimseler ve makamlar tarafından Anayasa Mahkemesi’nde bu yasanın tümünün iptali için dava açılmasının hem gerekli, hem isabetli ve hem de Türkiye’nin yararına olduğunu yetkililere ve kamuoyuna açıkça bildirmeyi bir görev addetmekteyiz. 

 

* * *